Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.
At arabası yavaşladığında derin bir nefes alıp bulunduğum kabindeki perdeyi hafifçe araladım. Karşımda yükselen tarihi yapıyı görünce gerilen bedenimi rahatlattım. An itibari ile Ayasofya'nın önündeydim.
Hızlıca arabadan inip, yüzümü pelerinin şapkasıyla kapattım ve arabacıya başımla selam verip yanından uzaklaştım.
Gözlerim tekrar tekrar tarihi binaya kayarken içeriye girmemek için kendimle ciddi bir savaş vermem gerekmişti. Her ne kadar bu tarihi mekanın dışı gibi içinin de ilk halini görmeyi deli gibi istesem de bu isteğime karşı çıkmak zorundaydım çünkü burada oluşturduğum kimlikten yani Mora'dan gelmiş bir Rum - Yunan - olmam ve fetih bu kadar tazeyken bir Rum olarak Ayasofya'ya girmem tepki çekebilirdi.
Ayasofya'nın etrafında bir tur atıp, hem binayı dışarıdan incelemiş hem de takip edilip edilmediğime dikkat kesilmiştim. Dikkatimi çeken herhangi bir şeyin olmamasına dayanarak sarnıca doğru yürümeye başladım.
Kafamdaki planı tekrar gözden geçirdiğimde yapabileceğim en iyi şeyin sarnıca şimdi girip, gece yarısına kadar orada saklanmaktı. Sarnıcın kapısına nöbetçi falan dikmediklerini düşünüyor, dahası bunu umut ediyordum. Boş bir binayı koruyan yeniçeriler insanların dikkatini çekip ilgilerini oraya yönlendirmelerini sağlayabilirdi. Bu yüzden kapıda falan nöbetçi olduğunu sanmıyordum. Ama böylesi bir geçitten haberdar devlet görevlilerinin varlığı da, bu geçidi başıboş bırakmayacakları da su götürmez bir gerçekti. Bu nedenle her ne kadar kapıya dikkat çekici nöbetçiler dikmeseler de etrafta kılık değiştirerek dolaşan gizli nöbetçilerin varlığından neredeyse emindim.
21.yüzyılda her köşe başında simit satan insanları sivil polis sanan o kesim gibi önümdeki herkesten şüphelenmem ve gereken önlemi almam lazımdı.
Hızlı adımlarım içimde baş gösteren izlenilme hissiyle ritmini korurken, refleks olarak arkama bakma isteğimi zorla bastırarak önüme çıkan ilk aradan saptım. Sıra sıra dizilmiş ahşap, iki katlı evleri gördüğümde adımlarımı hızlandırıp, arkamda sözde beni takip ettiğini sanan şahısla aramda fark açarak evlerin arasındaki üçüncü boşluğa girip, evlerden birinin içe doğru olan çıkıntısına saklandım ve avımı beklemeye başladım. Başımı önümdeki çıkıntıdan belli olmayacak şekilde çıkarıp, az önce yürüdüğüm yolu izlemeye başladım.
Yaklaşan telaşlı adım seslerini rahatlıkla duyuyordum. Adamın gerginliğini çok net hissedebiliyordum; hızlı soluk alış verişleri, sesini saklama gereği duymadığı adımları kendini çok çabuk ele veriyordu. Acemiydi, bu işi alelacele, plansız yaptığı da belliydi. Ya yoldan geçen biri yalnız yürüyen bir kadın olduğum için peşime takılmıştı ya da biri önüne çıkan ilk kişiyi peşime takmıştı.
Eğer ikinci seçenek doğruysa -ki yüksek ihtimalle öyleydi-, muhtemelen saraydan peşime takmışlardı adamı. O yüzden herhangi bir müdahalede bulunmayıp geçip gitmesini bekledim.
Görüş açıma girdiğinde, tam da tahmin ettiğim gibi acemi olduğunu bağıran hareketler sergiliyordu. Tedirgince etrafına bakınıyor, gözleri iki saniyeden fazla bir nokta da kalmıyordu. Halbuki bir noktaya gözlerini dikip, dikkatle baksa belki bir ipucu yakalayabilirdi; tabi karşısındaki acemiyse...
Başımı usulca geriye çekip, adamın uzaklaşmasını bekledim. Kulaklarımı kabarttım ve uzaklaşan adım sesleri duymayı bekledim. Nihayet beklediğime kavuşunca, bulduğum kuytudan yararlanarak elimdeki heybeyi yere bırakıp içini açtım. Hızlıca bacağıma sardığım keseyi çıkarıp heybenin içine bıraktım ve aldığım kıyafetlere sardığım kendi kıyafetlerimden pantolonu alıp, hızlıca bacaklarımdan geçirdim. Çıkardığım sandaletler yerine botlarımı da ayağıma geçirdim. Keseye sarılı halde duran kemerimi alıp pantolonuma taktım ve kesenin içindeki 7.65'lik tabancamı belime takıp, rozetimi ve kimliğimi pantolonumun cebine sıkıştırdım. Elbisenin eteğini pantolonun üzerine bırakıp ceketimi alıp pelerinin içinden giyindim. Küçük tabancamı sağ cebime koyarken, sol cebime de araba anahtarımı ve telefonumu koymuş ve her iki cebin de fermuarını çekmiştim. İlk başta elbiseyi çıkarıp bırakmayı düşünsem de Gülcan'ın hediyesi olması beni durdurmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN SARNICI
Science Fiction21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider. Gün boyu davayla uğraşması sonucu aklındaki soru işaretlerini gideremeyince soluğu yeniden cinayet mahallinde alır. G...