Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.
İnsan dediğin aldığı kararlardan, gerçekleştirdiği fiillerinden ibaretti. Onlar doğrultusunda yaşar, ve arkasından ya sevinci ya da pişmanlığı tanıyor, tadıyorduk. Bitmek bilmeyen yollardan, çıkmazlardan geçerek, kendimize doğru olduğunu düşündüğümüz bir rota belirlemeye çalışıyorduk aslında.
Arabayı ezbere bildiğim yollarda sürerken aldığım kararın doğruluğunu sorguluyordum hâlâ. Bilinmezliğin ortasında kendimle birlikte etrafımdaki insanları da sürüklüyor, olası bir olumsuzluk sonucunda yaşayacağım vicdan azabı ve suçluluk duygusunun ceremesini şimdiden çekiyordum.
Tanıdık sokaklardan geçtiğimde sabahın erken saatleri dolayısıyla yavaş yavaş canlanan ortalığa boş bakışlar atıyordum. Bir çok yeri tanıyordum ama hiçbirini benimseyemiyordum. Babamın işi dolayısıyla sürekli ülkenin dört bir tarafında yaşamıştık. Hem hepsi evimdi, hem de hiçbiri. Akademiye geçinceye kadar oradan orya sürüklenip durmuştuk, gocunduğumdan ya da istemediğimden değil ama, bir yere ait olma fikri de hep güzel gelmişti bana. Çocukluğumun geçtiği sokaklar yoktu benim; sadece hayal meyal hatırladığım lojmanlarda ve onların bahçesinde geçirdiğim küçük anılarım vardı ki bunların bir çoğu edindiğim küçük arkadaşlarımın babalarının şehit haberini aldıkları anılardan oluşuyordu. İçimdeki o korkuyu asla atlatamıyordum.
Bahçe kapısından içeriye girdiğimde, gördüğüm ikinci arabayla Gökhan abimin de çoktan buraya gelmiş olduğunu anladım. Arabamı onlarınkinin yanına park edip indim ve eve doğru yürümeye başladım. Kim bilir bir daha ne zamana gelecektim buraya? Belirsizliklerden nefret ediyordum.
Kapıyı çalıp açılmasını bekledim. Dün gece o nottan sonra annemi aramış ve bugün önemli bir kararımı bildirmek üzere Bursa'ya geleceğimi haber vermiştim. Tabi annem hemen tahmin ettiğim üzere evlilik kararı aldığımı sanıp havalara uçmuştu ama neyse ki sakinleştirip hayallerini yıkmam çok uzun sürmemişti.
Kapı açıldığında annemin heyecanlı gözlerini görünce gülümsemekten kendimi alamadım.
"Kızım, hoş geldin." deyip kucaklamak için kollarını açan annemi bekletmeden kollarının arasına sıkıştırdım kendimi.
"Emel, kızımı kapıda mı bekletiyorsun sen?" diyerek içeriden seslenen babamla gülerek birbirimizden ayrıldık. Ayakkabılarımı çıkarıp annemin çıkardığı terlikleri giyindim.
"Kızımmış... Sanki tek başına yaptı." dediğinde ağzımdan küçük bir kıkırtı kaçtı. İçim her ne kadar tereddütle dolu olsa da bunu aileme belli etmeyecektim.
"Duyuyorum seni." diye bağıran babamla annem omzunu silkelemiş ve beni belimden tutarak içeriye doğru götürmeye başladı.
Salona girdiğimde babam her zamanki tekli koltuğunda oturmuş, sağ çaprazında kalan abimle bir şey tartışıyorlardı.
Hızla babama yaklaşıp elini öptüm ve sarıldım, o da anında sarılışıma karşılık verdi. Ondan ayrılıp abimle de sarıldığımda, abim uzaklaşmama izin vermeden kolunun altında yanına oturttu beni.
"Hoş geldin kızım, nasılsın?" babamın yumuşak tınısı onun babacan tavrını aktifleştirdiği anlamına geliyordu ki, bu durumda çok da ciddi olmama gerek olmadığını biliyordum.
"İyiyim çok şükür baba, sen nasılsın?"
"Ben de iyi olmaya çalışıyorum işte." dediğinde kaşlarım çatılmış, oturduğum yerde dikleşmiştim.
"Bir şey mi oldu baba?" sesimdeki korkuyu gizleyemiyordum.
"Ne olacak, her zamanki mevzu. Emekliliği yediremiyor kendine paşamız." diyen annem elindeki tabakları masaya diziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMAN SARNICI
Science Fiction21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yerebatan Sarnıcı'na gider. Gün boyu davayla uğraşması sonucu aklındaki soru işaretlerini gideremeyince soluğu yeniden cinayet mahallinde alır. G...