Kont sonunda sosisleri kızartmayı başardığında, közlenmiş sebzeler, ekmek ve elma şarabıyla akşam yemeğimizi yedik. Ona söylemedim ama sosislerden yanık tadı alınıyordu. Bu hüsrana uğramaktan çok gülümsememe neden oldu. Sosis kızartmak gibi basit bir işte bile nasıl çocuklaştığını görmüştüm. Biraz olsun gözlerindeki kederin aralandığını görmek beni mutlu etmişti. Sanırım ben insanlar mutlu olunca onların mutluluğunu paylaşıyordum.
Yemekten sonra kont izin istemiş yakınlardaki kır evine gitmek için seyisin getirdiği doru atına binmişti. Giderken ona gülümseyerek el salladım. Başını eğerek karşılık verdikten sonra atını yola doğru çevirerek gecenin karanlığında hızla benden uzaklaştı.
Akşam odama çekildiğimde kendimi hem bedenen hem ruhen hırpalanmış hissediyordum. Charles'tan haber almak için erken olsa da onu merak ediyordum. İyi olmasını umuyordum ve kuzenini bir an önce yakalamasını. Bunlar olana kadar beni hatırlamasını umut ediyordum. Geride kalıp bahçeyle ilgilenerek günlerimi doldurmaya çalışsam da kendi zamanıma göre oldukça az oyalanabileceğim işler vardı.
Odama çekildiğimde şöminem yanıyordu. Dantelli, boğazına kadar düğmeli geceliğimi giydikten sonra yazı masasına oturup günlüğümü çıkardım. Aslında buna günlük demem yanlıştı. Daha çok anı defteri gibiydi. Yeni bir sayfayı açmadan önce mürekkebi ve tüy kalemi hazır ettim. Aklımdakileri bir an önce yazıya dökmek istiyordum.
Gecenin sessizliğinde duyulan iki ses vardı. Biri penceremin sallanmasına neden olan sert rüzgar, diğeri ise tüy kalemin kağıdın üzerinde çıkardığı ses. Dışarısı serin bir fırtınaya ev sahipliği yaparken ben sıcak odada anılarımı deftere döküyordum. Emre Mert ile lise de yaşadığımız birkaç anıyı yazmıştım. Tabi beni aldattığı Sibel ile olanları da birini daha yazmam gerektiğini hissediyordum. Ne zaman o kişiyi yazmak için hafızamı zorlasan canımı yakan baş ağrısından önce bulanık bir görüntü gibi görüyordum.
Çoktan hayatımda önemli bir yeri olan kişiyi unutmuş muydum?
Bu düşünce midemin bulanmasına neden oldu. Sonunda herkesi unuttuğumda aslında kim olduğumu da unutacak, Helena'nın eskiden olduğu gibi kaprisli bir kadın mı olacaktım? O halde hala yapmak için geldiğim işi tamamlamamış olduğum için mi bunları yaşıyordum?
Tüy kalemi elimden hızla bıraktığımda defter ve masa mürekkep lekeleriyle doldu. Hızla masadan kalkıp artık gecenin karanlığına bürünmüş olan dışarıya çıkmak için pencerenin yanına gittim. Soğuk cama alnımı dayayarak başımdaki ağrının biraz olsun geçmesini diledim. Gelecek her anlamda korkmama neden oluyordu. Yanımda Charles'ı görmek istiyordum. Bir şekilde olayların gerçek halini bilmese bile bana olan yakınlığı sayesinde kendimi iyi hissedeceğimi biliyordum.
Oldukça huzursuz bir gece geçirdim.
Sabah gözlerimi erken açsam da yataktan kalmak oldukça zor oldu. Gece bir şeyleri daha unuttuğumu anladığımda canım sıkılmıştı. Sonunda kendi benliğimin silinmesinden endişe ediyordum. Helena'nın bencil ve takıntılı halide benim geçmiş yaşamımdı ama ondan pek haz ettiğim söylenemezdi.
Sıcak çikolatayı canım sıkkın bir halde içtikten sonra yeniden bahçeye inmek için giyindim. Pencereden dışarıya baktığımda fırtınanın kırdığı dalların bahçenin her tarafına dağıldığını gördüm. Onları toparlamak vakit alacaktı. Boş boş durup karalar bağlamak yerine onları toparlayarak vakit geçirebilirdim.
Elimdeki yarısı içilmiş sıcak çikolatayı masamın üzerindeki gümüş tepsiye bıraktım. Odamdan çıkmadan önce bahçede kullandığım eldivenleri almayı ihmal etmedim.
Merdivenleri inerken eldivenleri giymekle uğraşıyordum. O sırada antreye giren Edward'ı gördüm. Oldukça yorgun görünüyordu. Yüzündeki ifadeden işlerinin kötüye gitmesinden endişelendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dük ile Beş Çayı
Ficção HistóricaGeçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız? On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğunda Eda artık bir gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştı. Gerçek aşk diye bir şey yoktu. Varsa da onu bulmak gibi bir niyeti olmamıştı. Arkad...