1. Bölüm

2 0 0
                                    

Ezlem Ahenk Akay’dan:

Elimdeki kahve kupasıyla, dönen sandalyeme oturdum. Sıcak kahvemden bir yudum aldığımda midemin çalkalandığını hissettim. Kupayı derhal masaya bıraktım. Elimle ağzıma baskı yaparak kahveyi yutmaya çalıştım. Kahvenin sıcaklığı boğazımı yaktığında derin bir nefes aldım.

Bütün gece kahveyle ayakta durursan böyle olur Ezlem.

Masamdaki turkuaz kahve kupasına hüzünle baktım. Bu bulanmadan sonra bir yudum dahi içebileceğimden şüpheliyim.

Bilgisayarımın faresini hareket ettirerek haber sitelerinde dolandım. Hepsi aynı şeyden bahsediyordu. F.E.I virüsü sebebiyle karantina altına alınan Türkiye’den. İnsanlara ölmemek istemiyorlarsa evlerinden çıkmamaları söyleniyordu. Aslında durumun gerçekliğiyle örtüşüyordu ama hala gizli kapaklığıydı.
 
Telefonumun çalması beni bu tatsız düşüncelerden uzaklaştırmıştı.

Arayana baktığımda yüzüm buruştu. Arayan saygı değer Oğuz efendiydi.
 
Telefonu aheste aheste açıp kulağıma götürdüm. Sonra Oğuz’un sesi doldu kulağıma.
 
‘’Ezlem derhal buraya gelmelisin!’’
 
Onun emir veren sesi kaşlarımı çatmama sebep oldu. Yine de sakin ses tonumla ‘’Nereye ve neden geliyorum Oğuz? Ayrıca benimle emir kipiyle konuşmayı kes.’’ dedim.
 
Oğuz’un derince yutkunduğunu duydum. Bu yüzümde alaycıl bir sırıtış oluşturdu. Onu korkutmak hoşuma gidiyordu.
 
Oğuz yine de ‘’yıkılmadım ayaktayım’’ duruşuyla konuştu.
 
‘’Karargaha geliyorsun. Görev var.’’
 
Kaşlarımı olabilecekmiş gibi daha fazla çattım. Allah’ın karantinasında ne göreviydi bu? Kafayı sıyırmışlardı her halde.

‘’Bu karantinada nasıl dışarı çıkayım Oğuz? Ayrıca ne görevi bu?’’
 
Oğuz kısaca sabır çekip ‘’Ezlem benimle oynama en az elli kere dışarı çıktığını ikimizde biliyoruz. Ve görevleri ben belirlemiyorum. Sadece bak altını çiziyorum sadece emir kuluyum. Bir sorunun varsa gel Rıza Bey’le çöz. Beni alet etme.’’ dedi.
 
Oğuz’un mantıklı açıklamasına göz devirip, telefonu suratına kapattım. Bu geleceğime işaretti. Tabii anlayana.
 
Odama gidip üstümü değiştirdim. Dikkat çekmemem gerekiyordu. Bugün polisle uğraşacak havamda değildim.
 
Altıma siyah eşofman, üstüme ise siyah kapüşonlu sweatshirt giydim. Aynalı masamın karşısına geçtiğimde ise ne kadar şanssız olduğum bir kez daha yüzüme vurdu. Dünyadaki en nadir ve en zorlayıcı saçlardan biri olan kıvırcık saçlara sahiptim. Hemde kıvır-kıvır. Boyattığım gri saçlarımı nasıl gizleyeceğimi düşünürken fıs fısımı gördüm.
 
İçine su doldurup, saçlarıma onları söndürecek kadar sıktım. Saçlarımı bir tokayla at kuyruğu yapıp, şapkamın içine gizledim.
 
Aynada kendime bakıp, iyi olduğuma kanaat getirince girişe ilerledim. Portmantoda asılı ceketimi
ve siyah maskemi alıp, giydim. Artık hazırdım. Tek eksiğim spor ayakkabılarımdı.
 
Onları da giyip, evden ayrıldım. Eski olmasının verdiği dezavantajla gıcırdayan merdivenlerden dikkatlice indim. Bir asansör yaptıramamıştılar buraya.
 
Uzun süren merdiven işkencesi sonunda bitmişti. Apartmanın demir kapısının önüne geldiğimde duraksadım. Ben gıcırdama üzerine mastır yapmış bu kapıyı nasıl açacaktım?
 
Kapıyı sessiz açmayı denemek için kola uzandığım her denemede elim havada asılı kaldı. Açmaya cesaret edemedim.
 
En sonunda aman ne olursa olsun diyerek kapıyı bodozlama açtım. Kendimi apartmandan dışarı atıp temiz havayı ciğerlerime doldurdum. Sağa dönüp yürümeye başladığımda arkamdan bir bağırtı koptu.

‘’Bayan Durun!’’
 
Şans yine benimle değildi. Ayrıca bayan ne ya?!

...

435 kelime.



BalcaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin