Amara'dan.
Derin bir nefes alarak odamdaki aynada son kez kendime baktım. Şimdi çıkıp karargaha gidecektim ama bundan o kadar çok nefret ediyordum ki. Suçsuz ve sebepsiz yere ölen insanlar, benim yaptığım ve ölümlere sebep olan planlar. Hepsinden nefret ediyordum. Kendimden, devletten, hepsinden.
Derin bir nefes alıp kapıyı açtım ve odamdan çıktım. Sevil yine sabah erkenden uyanmış, Ali'yi beşiğe yerleştirmiş onunla oynuyordu. Onların bu halini yüzümde küçük bir gülümsemeyle izledim.
Onu ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Daha çok küçüktük. Onların köyünde yaşıyordum ben de. Ailemle birlikte. Eskiden durumlar böyle değildi. Bizler ve Azerbaycanlılar birlikte yaşardık. Bundan kimse sorun duymazdı. Ama zamanla bizim halk doyumsuz, cani ve iğrenç bir şeye dönüşmeye başladı.
Büyüdükçe bunu daha iyi anlamaya başladım ve her saniye bundan daha çok nefret ettim. Keşke bende onlardan birisi olsaydım, keşke her şey farklı olsaydı. Ama olmadı işte. Beni sevmeyen yukarıdaki beni çoktan unutmuştu bile.
O benim çocukluk aşkımdı. Bunu eskiden anlayamazdım. Nasıl olurdu da bir kız başka bir kızı severdi. Küçükken büyüyüp bir erkek olacağımı ve onunla evleneceğimi düşünüyordum. Ne kadar da komik ama, değil mi?
Biliyorum, gülmeyin.
Tekrar derin bir nefes aldım ve çıkıp kapıyı kapattım. Gülerek oğluyla oynayan Sevil sonunda beni farketmişti. Ben de gülümseyerek onlara yaklaştım ve elimi tahta beşiğin kenarına koyarak gülerek annesini izleyen Ali'ye baktım.
İşaret parmağımla hafifçe burnuna dokunurken, "Günaydın küçük aslan." dedim. Yavaş bir şekilde eğildim ve yanağına bir öpücük kondurdum.
Bizi izleyen Sevil'e çevirdim bakışlarımı. Bana baktı, sonra da masayı gösterdi. "Senin için kahvaltıyı hazırladım." dedi.
Doğrulurken kafamı iki yana salladım. "Şimdiden çıkmam gerekiyor, ayrıca akşam geç geleceğim. Askeriyede toplantı var." dedim.
Kaşları çatılırken bana bakmaya devam etti. Sormak istiyordu ama bunu gururuna yedirmiyordu. Benden nefret etmiyordu ama bunu göstermeyi bile gururuna yedirmiyordu. Anlıyorum, düşman birisi, iğrenç birisi. Ama onu gerçekten seviyorum.
O sormayınca rahat bir nefes aldım. Sorarsa ona nasıl Azerbaycanın diğer şehirlerine saldırı planı yapacağımızı söylerdim ki? Söyleyemezdim bunu ona.
Kahverengi olan çeketimi de alarak üzerime geçirdim. Havalar çok soğuktu, ama yine de önünü iliklemedim.
Bana bakmadan bir anda, "Dışarısı çok soğuk. Belki de ceketinin düğmelerini iliklemelisin." dedi.
Bu beklediğim bir davranış değildi. Gülümsemek istedim ama bu onun geri çekilmesine sebep olur diye yapmadım. Sadece dudaklarımı bir birine bastırarak kafa salladım ve ceketimin düğmelerini ilikledim.
"Gece siz erkenden uyuyun. Beni beklemeyin. Soğuk olursa da orada bolca odun var, sobayı yakarsın."
Bunları dediğimde ondan bir tepki bekledim. Ama bir şey demedi veya yapmadı. Ben de ısrar etmeden kapıdan çıktım. Anında soğuk hava yüzüme ve vücuduma değmişti. İçim titrediğinde ellerimi hemen cebime soktum.
Arabaya doğru ilerleyerek hızla kapısını açtım ve bindim. Ellerimi bir birine birleştirerek dudaklarıma yaklaştırdım ve sıcak havayı üfledim. Fazla, ama fazla soğuk bir hava vardı. Elimde olsa tüm gün evde oturur, Ali ile oynardım.
Fakat, öyle bir lüks söz konusu bile değildi. Şimdi Azerbaycanlı esirlerin tutulduğu yere gideceğim, sonra da toplantı için ayarlanan restorana. Onlarla bir masada oturmak, yemek yemek düşüncesi bile mide bulandırıcı geliyordu.