Amara odasından çıktığında ben de tam çayları dolduruyordum. Yine üzerinde klasik askeri forması vardı. Yorgun argın esneyerek bana baktı ve gülümseyerek, "Selam." dedi.
Sadece kafamı sallayarak karşılık verdim ona. Benim bu tepkimi gördüğünde yüzündeki gülümsemeyi silip, beşikte yatan Ali'ye doğru yaklaştı. Burada günler, haftalar geçiyordu ama biz hâlâ nasıl kurtulmamız gerektiğini konuşmamıştık. Benim sonsuza kadar bu yerde kalma niyetim yoktu. Artık bu konuyu konuşmak, her şeyi bitirmek istiyordum.
Ona bakarak, "Artık bu kaçış konusunu konuşacak mıyız?" diye sordum çayını doldurup.
Amara Ali'nin yanağından öpüp, onu geri bırakırken, "Ah, doğru. Joel gelecek biraz sonra. O anlatacak bize bir şeyler." dedi.
Kafamı sallayarak masaya oturdum. Onun hâlâ bize neden yardım ettiğini düşünüyordum ama artık eskisi kadar kafa yormuyordum. Fakat cevabını hâlâ eskisi kadar merak ediyordum. Bizi orada kaçırdı, sonra sakladı, şimdi de canı pahasına bize yardım ediyordu. Neden? Neden yapmıştı bunu?
Gerçekten bir ermeniyse, neden düşmanına yardım ediyordu. Gelip karşıma oturduğunda onu izlemeye başladım. Tabağına kahvaltılıklardan koyup, çayına bir tane küp şeker atarken bakışlarımı fark etti.
Kaşıkla şekeri karıştırırken, "Ne sormak istiyorsun? Çekinme benden." demişti.
Biliyorum, artık ondan çekinmiyordum, korkmuyordum da. Çünkü bize zarar vermeyeceğini biliyordum. Ona karşı olan düşüncelerim, duygularım değişmişti. Ama hâlâ cevaplanmamış, soru altında olan sorular vardı.
Çayımı yudumlarken, "Hâlâ merak ediyorum, neden bize yardım ediyorsun?" diye sordum.
Hareketlerini durdurup bana baktı. Bu soruyu artık aştığımızı düşünüyordu muhtemelen. Ama kim bu soruyu öylece es geçerdi ki?
Derin bir nefes alıp, "Hatırlıyor musun? Küçükken seninle oynayan sarı saçlı, senden birkaç yaş küçük bir kız vardı. Bir keresinde o düştüğünde ona gül vermiştin ve ağlama demiştin." dedi bana bakarak.
Kaşlarım çatılırken o anıyı düşünmeye başladım. Az maz, hayal meyal hatırlıyordum. Bu yüzden ona kafa sallayarak devam etmesini istedim.
Arkasına yaslanırken, "O bendim. O andan itibaren sana aşıktım." dedi hiç tereddüt etmeden.
Gözlerim genişlerken, "Anlamadım?" dedim zar zor. Çünkü bu dediği beynimde bir silah gibi patlamıştı.
İki kadın? Yurt dışında bununla ilgili bir çok şey duymuştum ama ilk kez birisinin bana böyle bir şey dediğine şahit oluyordum. Hem de bir ermeni tarafından.
Amara bakışlarını indirip, "Duydun işte. Tam da anladığın gibi aslında." dedi sakin bir şekilde.
Bunu bu kadar sakin bir tarzda söylemesi beni daha da geriyordu. Nasıl bu kadar rahat bir şekilde bunu dile getirebiliyordu. Eğer herhangi birisi böyle bir şey olduğunu bilseydi, onu öldürürdü. Ama gözlerindeki kendinden eminlik, sert duruş bunu pek umursamadığını söylüyordu.
Yutkunup, kafamı çevirirken, "Saçmalıyorsun." dedim ona. Fakat o kafasını iki yana salladı.
Masada duran elimin üzerine elini koyup, "Hayır, ben ciddiyim. Seni çok uzun zamandır seviyorum, Sevil." demişti.
Gözlerim masanın üzerinde bir birine temas eden ellerimize kaydı. Anında elimi sertçe kendime çekerken, "Yeter, duymak istemiyorum bunu." dedim ve masadan kalkıp banyoya doğru ilerledim.
Şu anda duyduklarımı sindirmem gerekiyordu. Ama nedense şu anda onun kadın olmasından çok, bir ermeni olma düşüncesi aklımda dolanıp duruyordu. Sanki o ermeni değil de, farklı bir milletten olsa buna tamam olacakmışım gibi gelmişti bir an.