Amara'dan.
Yine her zamanki gibi sabahlardan birisiydi. Ama bir gariplik vardı. Sevil biraz daha sessizdi bu aralar. Belki de benim sürekli onu uyarmam artık canını sıkmıştır. Kim sürekli tepesinde durup, ona uyarılar yağdıran birini severdi ki, değil mi?
Belki de biraz olsun ona rahat vermem gerekiyordu. Sonuçta o da ne kadar tehlikeli bir durumda olduğumuzun farkındaydı, çocuk değildi. Ama elimde değildi ki. Sürekli onlar için endişeleniyordum. Onları koruyamaz, anlaşılırız diye korkuyordum.
Kendim pek de umrumda değildim, zaten eninde sonunda ölecek veya öldürülecektim. Onları buradan sağ çıkarmamın bedeli eninde sonunda canım olacaktı, fakat bunu onları çıkarmadan yapmak gibi bir düşüncem yoktu.
Sevil ve Ali burada, bu cehennemde kalmayı hak etmiyorlardı. Daha güzel bir hayatı hak ediyorlardı. Benim tarafımdan olmasa bile, Sevil de güzel birisi tarafından sevmeyi, sevilmeyi hak ediyordu.
Ben mi? Bunun hiçbir önemi yok. Bunu yaptığı anda da ne olacağını biliyordum, şimdi de biliyorum. Bu yola çıkarken elde gül çiçek beklemiyordum. Ne bekliyordumsa, onu da alıyorum.
Ama yine de, bana karşı biraz daha nazik, sevgi dolu olmasını isterdim. Şimdiden onlara alışmıştım. Ali'nin benim kendi oğlum olması için her şeyimi verirdim. Ama maalesef ki, değildi.
Derin bir nefes alarak odadan çıktığımda Sevil kahvaltı hazırlıyordu. Gözleri üniformalı olan bana kaydı. Bir süre daha bağlanmamış, iki tarafımda sallanan kravatımda gezindikten sonra ifadesiz bir şekilde önüne döndü.
Böyle olması canımı yakıyordu. Bu kadar yakınken öpmemek, dokunmamak o kadar zordu ki. Ona sımsıkı sarılmak, bir daha da bırakmak istemiyordum. Fakat, ne ben bunu yapabilirdim, ne de o buna izin verirdi.
Hâlâ kapı önünde duran beni farkettiğinde, "Günaydın." diye mırıldandı.
Boğazımı temizleyip, kendime geldiğimde odadan çıktım. Onun yanına giderken, "Günaydın." diye karşılık verdim ben de.
Hâlâ beşiğinde uyuyan Ali'ye baktım. Eğilip onun yanaklarından öptükten sonra Sevil'e bakarak, "Hâlâ uyuması garip." dedim.
O da cevap olarak, "Uyanmıştı, yemek yedikten sonra geri yattı." diye mırıldandı.
Anladığımı belli edercesine kafa salladığımda o da mutfağa doğru ilerledi. Bana eskisinden de soğuk olduğu için yanına gitmeye karar verdim. Bileğinden çok sıkmayacak şekilde tutarak kendime doğru çevirdim.
"Ben.." diye başlasam da, onu fazla yakınıma çektiğim için kelimeler boğazıma dizilmişti. Kalbim hızlanırken, nefesimi tutmuştum.
Fakat o bundan hiç etkilenmeden bana bakarak, "Ne?" diye sordu. Benden etkilenmediğinin zaten farkındaydım, bunun böyle bir şekilde yüzüme vurulması daha berbat hissettirmişti.
Yutkunup bileğini bırakırken, "Özür dilerim." dedim zar zor.
Kaşları havaya kalkarken, "Ne için?" diye sordu.
Yakınlığımız onu etkilemese bile beni fena şekilde etkiliyordu. Bir insanın çocukluk aşkına yakın olması böyle mi hissettiriyordu. Bu konularda gerçekten bir fikrim ve deneyimim yoktu.
Gözlerimi kaçırırken, "Bu aralar fazla üzerine geldim. Seni sık boğaz etmemeliydim. Sonuçta sen de benim kadar durumun farkındasın." dedim.
Gözleri bir süre üzerimde gezindikten sonra kafasını sallayarak kravatıma uzandı ve bağlamaya devam ederken, "Evet, beni sürekli uyarman canımı sıkıyor." diye cevap verdi kravatımı bağlarken.