Bölüm 11.

482 82 29
                                    

Amara'dan.

Arabayı karargahın önüne park ettikten sonra indim. Aklımda hâlâ Sevil dolanıp duruyordu. Oğlunu tehlikeye atmamak için bir yere gitmeyeceğini biliyordum, fakat hâlâ kalbimdeki endişe yok olmuş değildi. Aramız zaten iyi değildi, benden nefret ediyordu, şimdiyse benden nefret edecekti.

Neden söyledim ki? Senelerce kalbimde sır gibi sakladım. Neden şimdi söyledim? Beni sevmeyeceğini, benim onu sevdiğim gibi sevmeyeceğini biliyorken neden söyledim? Nefret ettiği heleki ermeni olan birisine karşılık vermeyeceğini bile bile söyledim hem de.

Yürek mi yemiştim? Yoksa artık ağır mı geliyordu bu aşk kalbime, bedenime, aklıma? Bilmiyorum. Tek bildiğim kalbimi de söküp aldığıydı. Onun gözünde olmayan kalbimi.

Karargah boyunca ilerlerken duyduğum iğrenç, yoğun erkek ve kadın çığlıklarıyla gözlerimi kapatıp, dişlerimi birbirine bastırdım.

İğreniyordum. Bu yerden, bu insanlardan, olduğum bu kişiden, taşıdığım bu kandan. Hepsinden nefret ediyordum. Elimden gelse her şeyi değiştirirdim. Hiç doğmazdım. Elimde bir seçim olsa bu insan olmaktansa, bu kanı taşımaktansa ölürdüm.

Ama yapamam, şimdi değil. Dayanıp, onları buradan çıkarmam gerekiyor. Bana öfkeyle, nefretle, tiksintiyle baksa bile bunu yapmam gerekiyordu. Sadece kendime, taşıdığım bu kana değil, bu insan vücudu giymiş şeytanlara da dayanmam gerekiyordu.

Böyle diyordum da ben neydim peki? Her şeyi aşk için yaptığını söyleyip, kendini kandıran bir aptal mı? Belki de. Belki de öyleydim. Şeytan da benim Adem de benim aslında.

Sesler azalmaya başladığında yandan Aster koşarak bana doğru gelmeye başlamıştı. Hemen asker selamı verip, "Hoş geldiniz komutanım." dedi.

Kafamı sallayıp, ilerlemeye devam ederken o da arkamdan geliyordu. Boyu benden biraz kısaydı, ama sorun yok. Kısa askerler daha önemli rol oynuyordu savaşta. Büyükler göz boyama için kullanılırken küçük olanlar tankları kullanıp, savaşırlardı.

Joel'un odasına doğru ilerlerken, "Joel içeride mi?" diye sordum.

Aster, "Evet komutanım, içeride. Bu sabah biraz daha erken geldi." diye cevap verdi.

Ona sadece kafamı salladım. Bunu zaten biliyordum. Bize geleceği için erkenden gelip, birkaç işini halledecekti. Ama buna gerek kalmadan ben gelmiştim. Kapıyı çalmadan içeri girdiğimde Aster bir şey dememişti. Zaten bu tanıdık bir manzaraydı.

Joel da şaşırmadı. Onun odasına böyle giren tek kişi bendim nede olsa. Kafasını kaldırıp, bana baktığında, "Amara? Neden buradasın, zaten birazdan size gelecektim." dedi.

Arkamda duran Aster'e çevirdim kafamı. Bakışlarımı fark ettiğinde ikimize de asker selamı verip, odadan çıktı ve kapıyı arkasından kapattı. Onun uzaklaşmasını bekledikten sonra Joel'a, "Ne oldu? Esirleri ne zaman takas edecekler?" diye sordum.

Joel gözlüğünü çıkarıp, masaya bırakırken, "Bir ay sonraya düşünüyorlar. Ama bizimkileri biliyorsun, yan çizebilirler." dedi.

Kafamı sallayarak bakışlarımı indirdim. Bizimkiler herhangi bir bok çevirmezse bir ay sonra onları buradan çıkarabilirdim. Bu düşünceyle derin bir nefes aldım. Joel bunu gördüğünde, "Sorun ne?" diye sordu.

Onun bu sorusunu es geçerek, "Yan çizmelerine veya bir oyun oynamalarına izin verme Joel. O ikisini mutlaka buradan çıkarmam gerekiyor." dedim.

Joel kafasını sallayıp, arkasına yaslanırken, "Tamam, elimden geldiği kadar ilgilenirim. Fakat canın sıkkın gibi, bir şey mi oldu?" diye sordu.

Binbaşı | [G×G]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin