Bölüm 1: Acının Rengi

359 20 26
                                    

Merhaba... Ben ve yeni bir kurgu... Bu kurgu benim en ama en karmaşık olduğum bir kurgudur. Ne diyeceğimi bilemiyorum.

Sadece satırlar da kendinizi bulmanız dileğiyle...
_____________
Bölüm 1: Acının Rengi

"Kendimi bile kendi hayatıma sığdıramıyordum."
______________

Yanlızlık insanın boynuna dolanan urgan gibiydi. Sen yaşamaya devam ettikçe, ayaklarının altında bulunan iskembe yavaş yavaş kayardı. İnsan yavaş yavaş, yanlızlığa doğru çekilirdi. Acının rengi, mordu. Boynumuza dolanan urgan, acısının rengini ilk kırmızı olarak gösterirdi, sonra asıl rengine, mora dönerdi. Acı, mor demekti. Kırmızı ve mor demekti.

Acının hiç rengi olur muydu? Olurdu bence. Benim acımın rengi, kırmızı ve mordu. Benim hayatımda; kırmızı, mor ve siyahtan başka bir renk yoktu. İlk öğrendiğim renk, kırmızı olmuştu. Bunu bana öğreten ise hem yabancıydı hemde hiç yabancı biri değildi. Sonra yavaş yavaş, ikinci rengi öğrenmiştim. Mor. Kırmızı renginin hemen ardından gelen mor rengini öğrenmiştim.

Sonra ise aslında her zaman etrafımda olmasına rağmen, daha kundakta bir bebekken bile etrafımı saran bir rengi daha öğrenmiştim. Siyah. Gözlerimi dünyaya açtığım ilk andan beri benı saran karanlığın rengi siyah; her zaman peşimdeydi. Benim dünyam çok küçüktü. Çok fazla duyguları, renkleri, insanı veya bir eşyayı bile alamayacak kadar küçük bir dünyam vardı.

Yanlızdım. Gerçekten öyleydim. Ne annemi bilmiştim ne de babamı. Bir akrabam var mıydı ona da bilmiyordum. Abim, ablam, kardeşim kimin vardı bilmiyorum. Ölsem, kimsenin haberi bile olmazdı. Hatta belki de bir mezarım bile olmazdı. Bu dünyanın herhangi bir yerinde ölsem, cesedim çürüyüp giderdi de benim bir mezarım dahi olmazdı.

Dünyam küçük derken, şaka yapmıyordum. Benim dünyamda her şeyden çok az vardı. Bildiğim renkler; kırmızı, mor ve siyahtı. Duygulara ise belkide hiç yer yoktu. Sadece ağır bir acı ve hüzün vardı, o kadar. Annem yoktu, babam yoktu, kardeşim, ablam, abim, bir akrabam veya bir arkadaşım yoktu. Ben kendi dünyama kendimi bile zor sığdırmıştım, başka birini nasıl sığdırabilirdim ki zaten?

Yaşıyordum ama nasıl bilmiyorum. Dedim ya; ölsem kimsenin haberi olmaz, cesedim çürüyüp gider ama bir mezara bile sahip olmam diye, yalan değildi.

Her gün kafamı yastığa koyduğum anda acaba yarın ne olacak diyebileceğim bir hayatım bile yoktu. Stabildi her şey. Okul, yetimhane ve iş arasında mekik dokuyordum. Zaten başka bir amacım yoktu. Okula bile sadece kafa dağıtmak için gidiyordum. İşe ise, kimseye muhtaç olmamak için gidiyordum. Benim hayatım bu kadardı, başka bir şey yoktu. Kimseyle konuşmazdım, kimseye karışmazdım, sessiz ve mümkün olduğunca görünmez biri olurdum.

Gecenin karanlığını aydınlatmak için pençesini geçiren ay ve yıldızlar hava kirliliği yüzünden çok parlak olmasa da, yinede ışıltısını kaybetmemişti. İğrenç bir şeye bakar gibi baktım yıldız ve Ay'a. Ne vardı olmasalar? Ne güzel kimseyi görmek zorunda olmazdım, karanlık tüm siyahlığı ile bütün kusurları kapatır ve gizlerdi. Ama ay ve yıldızlar buna engel oluyordu.

"Ay ve yıldızlara düşmanına bakar gibi bakmayı kesmelisin Hüma." duyduğum sesin sahibine dönme zahmetine girmeden bakışlarımı sabitlediğim yerden çekmedim. Bir cevapta vermedim. Derin bir soluk veriş sesini duyduğum esnada hala arkamda dikilen kadının gitmesini bekliyordum. "Bu soğuk hava da neden dışarıdasın? Üstelik dışarı çıkma saati bitmesine rağmen hala dışarıdasın." arkamda dikilen kadının gitmeyeceğini anladığımda sıkıntıyla nefesimi verdim. "Yarın okulun var Hüma, yatmalısın. Üstelik üstüne bir şey almamışsın, hasta olacaksın."

Kurşuni RenklerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin