7

90 15 2
                                        

4 yıl önce

"Anne bas gaza korkma.. daha ilk günden geç kaldım ya~" Ağlamak üzereydim. Annem illa, seni ben götüreceğim, dediği için babamla bunun kavgasını etmişti ve sonuç olarak geç kalmıştım.

"Tamam menekşem bende seni seviyorum ama geç kaldım gitmek zorundayım. Seni seviyorum~" Yanaklarını uzunca öptükten sonra koşarak öğrenci kartımı okuttum, okumayınca turnikenin üzerinden atladım.

Ülkenin en iyi okulunu kazanmıştım, o kapasiteye sahip değildim ancak şans eseri tutmuştu işte.

Koca bahçenin ortasında okul haritasına bakarken gözlerim yeniden dolmaya başladı. "Geç kaldım, imkânı yok yetişemem..." Gözlerimi silerken yanımda duran ayak seslerine karşılık ağlamamı durdurdum.

"Yeni misin?" Yüzüne bakmadan başımı sallayıp binayı aramaya devam ettim. "Nereyi arıyorsun?" Mimarlık, deyince hemen eliyle koymuş gibi buldu. "Lanet ya, çok uzak hayatta yetişemem." Arkama döndüğümde bisiklete oturmuş bana bakıyordu. "Atla arkama, beş dakikada yetişiriz bile... Hadi atla." Hiç beklemeden arkaya oturup belini tuttum. Bisikleti çevirir çevirmez sola döndü ve hızlanmaya başladı.

Yanağımı sırtına dayayıp gözlerimi kapattım. Rüzgarda saçlarım uçuşurken burnuma hoş bir çiçek kokusu geldi, ondan. Kim olduğunu bilmediğim çocuktan.

Çok geçmeden durduğumuzda gözlerimi açtım. "İn bakalım çocuk, geldik." Sepette duran sırt çantasını takıp pedalı boşa çevirdi. "Teşekkür ederim şey.. adınız neydi?"

"Kim Junmyeon, tıp fakültesi üçünçü sınıf."

"Ben de Oh Sehun, mimarlık birinci sınıf. Memnun oldum ve teşekkür ederim."

...

Günler hızla geçerken bir yandan okula ve insanlara alışıyor bir yandan da derslere ayak uyduruyordum. Göz açıp kapayıncaya kadar final dönemi gelmişti ve ben.. bu bölümü seçtiğime pişman oldum.

"Oh Sehun, on dokuz yaşında. Yetersiz beslenme ve sıvı kaybı yüzünden geldi. Gerekli takviyeleri yapalım." Onu beyaz önlükle görmek kalbimin nefessiz kalmasına neden olmuştu. Gülümseyerek yanıma gelmiş, seruma iğneyi enjekte etmiş ve askıya takmıştı. "Birkaç tanesi hariç değerlerin o kadar da düşük değil, serum bittikten sonra ilaçlarını alıp eve gidebilirsin."

"Sehun!" Kyungsoo hyung yanıma koşarak gelip sedyeye atladı. "Salak çocuk sana it gibi çalışma dedik." Kanayan burnuma tıkılan pamuğu çıkarıp hyunga sarıldım. "Durumu nasıl Junmyeon hyung?"

"Merak etme, b12 ve demir düşük.. kalsiyum da biraz altında. İlaçlarını alıp kullansın mutlaka." Başımızı sallayıp konuşmaya devam ettik. Öylece durmuş beni dinliyordu, biri seslenmeseydi dinlemeye devam edecekti.

Diğer hastanın yanına gidip onunla ilgilendi, çocukları seviyor olmalıydı. "Ne o, kime bakıyorsun sen?" Gözlerimi çevirip başka yöne kaydırdım. "Yoksa.. hı... Junmyeon mu?" Kyungsoo kıkırdayıp saçlarımı karıştırdı. Sadece basit bir hoşlantı... Ötesi yok, normal işte.

İçimdeki sevgi gün geçtikçe büyüyordu ona karşı, konuşmamız gerekiyordu.

Geçen iki yılda gördüğüm kadarıyla arkadaşı yoktu, çok nadir de olsa Kyungsoo ile konuşuyordu, hiç gülmüyordu. Oysaki çiçekler gibi parlak ve taze bir gülümsemesi vardı.

Gülümsemesini geri kazanması için dolabına çiçekler ve ufak hediyeler bırakmaya başladım. Bazen bunları çöpe atıyordu ama yine de görmesi beni az da olsa mutlu ediyordu. Yine çiçek aldığım bir gün dolabını açtı. Hediyelere bakarken gülümsedi, koridorda kimseler yoktu. Sarı laleleri eline alıp kokladı, gülümsedi yeniden. Yüzüne vuran sarı, güneş gibi yüzünü aydınlattı. Kalbim buna dayanamadı. Yanına gitmek istedim ancak gelen telefon aramasıyla durdum.

Çiçekleri ve hediyeyi alıp çöpe attı, atmadan önce de uzun bir süre baktı. Arkasını dönüp giderken kalbim sızladı, ilk kez gülümsemişti çiçeklerime.

Sonrasında son sınıfa gelene kadar hediyelerime devam ettim, atsın ya da atmasın her gün almaya devam ettim. Ben almaktan bıkmazken o da soğuk olmaktan bıkmadı. Ne zaman yanaşsam kendini geriye çekti, bıkmadan usanmadan arkasında durmaya ve onu izlemeye devam ettim. Elbet bir gün gülüşünü yeniden görebilirdim, yeniden çiçeklerin güzel olduğunu düşünebilirdim.

...

Şimdiyse karşıma hasta yatıyordu, yüzü kireç gibiydi, beni durmadan reddeden başından savan o şimdi yanında olmam için ısrar ediyordu.

Ateşi yine yükseldiğinde buzlu su dolu kovayı ve yeni bezleri alıp yanına döndüm. Bir saat bile geçmemişti uyumasının üzerinden, yeniden ateşlenmişti.

"Junmyeon.. aç gözlerini, uyan banyoya gidelim hadi. Böyle düşmeyecek ateşin yıkanman lazım." Omzuma tutunup ayağa kalktı, yavaş adımlarla banyoya girdik, küvete oturdu. Soğuk su ayaklarına değer değmez kendini geri çekip ağlamaya başladı. "Çok soğuk.. üşüyorum. Çıkmak istiyorum." Suyu ılıştırıp saçlarına tuttum. Su yavaşça üzerinden akıp giderken titremeye devam etti. Birkaç dakika daha tutup çeşmeyi kapattım, elinden tutup ayağa kaldırdım bornozunu giydirdim.

Odasına götürüp sandalyeye oturttum, temiz kıyafetler çıkardım. "Yardım eder misin?" Önce bornozunu sonra da diğer kıyafetlerini çıkardım. Omuzlarıma tutunup ayakta durmaya çalıştı, giyindikten sonra yatağının örtüsünü açıp yatırdım. "Üzerini örtme birazdan geleceğim tamam mı?" Saçlarını okşayıp alnını öptüm. "Gitme..."

"Buradayım merak etme, sadece içeriyi toplayıp geleceğim canım. Bir şey olursa komodine vur tamam mı? Uyumaya çalış." Bir kez daha öpüp odadan çıktım, önce salonu sonra da mutfağı toparladım. Byul'ün mamasını ve suyunu yenileyip banyoya geçtim. Çamaşırları makineye atıp çalıştırdım.

Odaya girdiğimde sırtını yaslamış etrafa bakıyordu. "Geldim..."

"Gitmedin..."

"Gitmeyeceğim dedim, merak etme. Sen uyu, buradayım." Elini sıkıca tutup öptüm. Ne olursa olsun buradayım.. bana inanmasan da her zaman yanındayım Jun.

borderline hunho ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin