Rüyamda, kış mevsiminde akşam vaktinde biriyle beraber ağacın altındaydık ve sürekli bir şey tekrarlıyordu. Ne olduğunu bilmemekle beraberc, yüzü de bulanıktı. Üzerinde kırmızı bir sweatshirt, altında ise ne olduğunu bilmiyorum... Fazla romantik geldi, hiç benlik değil.
Uyuduktan sonra muhtemelen içim geçmişti, Changbin'in "Hyunjin koş, anana kötü şeyler yapıyorlar!" şeklinde bağırarak uyandırdı beni.
Çığlık atarak uyandığım gibi doğruldum yataktan. "Lan, kalp krizi geçireceğim burada!" dedikten sonra Changbin'in emanetine sağlam geçirdim. Acıyla inleyerek yere devrildi ve ''Orospu çocuğu!'' diye bağırdı. Ben de seni seviyorum.
Changbin'i olduğu yerde bırakıp saate baktım. Geç uyanmamış olduğumu görünce Changbin'e dönüp ''Geç kalmadım niye uyandırıyorsun amın oğlu'' deyip yeniden vurasım geldi ancak kendimi tuttum. Zaten acılar içinde kıvranıyor, beter olsun pezevenk...
Daha sonra Felix'e bakmaya karar verdim.
Beş para etmeyen salona giderken, koridordaki tuvaletin ışığının yandığını fark ettim. Kapıyı araladığımda, karşımda donu inik bir Felix duruyordu. İğrendiğimden değil, şaşırdığımdan bir çığlık atarak kapıyı geri kapattım ve "Kısaymış lan." diyerek kapıyı ardına kadar açtım. Bana yargılayıcı bir bakış attı ama ne yapayım yani, kısa. Yalan mı söyleyeyim? Maksimum dört beş santimdir o.
İçeri girip Felix'i baştan aşağı süzdüm. Felix de bunlara alışmış bir Michaelson olduğu için telefonu elinde, beni umursamıyordu bile. Canım benim ya.
Canım sıkıldığı için tuvaletten çıkarak ikisinin de duyabileceği bir yere gittim, ''Hazırlanın lan!'' diye bağırdım. Nasılım ama? Harikayım, her zamanki ben.
Bağırdıktan sonra mağarama döndüm ve hâlâ yerde yatıyor olan Changbin'i görmezden gelerek hem ıslık çalmaya, hem de hazırlanmaya başladım.
Changbin beş dakikanın sonunda zar zor ayağa kalktığında, ben hazırlanmayı bitirmiştim. Hâlâ yakınıyor olması bir yana, gözünün dolduğunu görebiliyordum. Biraz ağır geçirdim sanırım, o yüzden de pişmanlıkla "Pardon canım." dedim. Suratıma baktı biraz, sonra gülerek "Sorun yok canım." diye cevap verdi bana. Salak şey seni.
Felix'in tuvaletten hâlâ çıkmadığını görünce tuvaletin kapısına tıklatarak sakin bir ses tonuyla "Felix, çık şuradan yoksa seni sünnet etmek zorunda kalacağım." dedim, yüzümde en kötü aktörün bile "Bugün de iyiyiz" diyeceği bir gülümseme vardı. Konuşmamı bitirdikten sonra da dış kapının önünde ucube gibi oturmaya başladım, sebebini bilmiyorum.
Birkaç dakika geçmeden Felix de tuvaletten çıktı. İçimden bir oh çekip yanlarına gittim, Changbin bu sefer de yatağa yayılmıştı. Felix ise bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Uğraştıkları şeyleri gram umursamıyorum gerçi, bana ne?
Telefonumdan on dakikalık sayaç başlattım, eğer hazırlanmayı beceremezlerse yeniden şiddet uygulayan annelere dönüşeceğim.
Telefonu kapatıp kırılmayacağından emin olduğum bir tarafa attım, ondan sonra da boş boş oturmaya başladım. Yeri geliyor hayatı sorguluyor, sağa sola bakıyor, yeri geliyor insanın görse deli zannedeceği hareketler sergiliyordum.
Oldukça yavaş geçen bu on dakikalık süreçte neler yaptığımı kimse bilemez. Aslında yapılacak çok şey vardır, ancak biz insanlar sabırsız varlıklarız, zamanı saymakla zamanı geçirmeye çalışırız ve asla beklerken yapabileceğimiz şeyleri görmeyiz. Ama ben, farkımı ortaya koyuyorum.
Zaman geçsin diye koltuğa falan dayadım. Neyse!
On dakika dolduğunda, ''Hazır mısınız lan?'' diye bağırdım içeriye. İkisi de bir ağızdan ''Evet'' diyerek cevap verdi. En azından bir kere bile olsa beni üzmeyip, sinirlendirip kendilerini dövdürmeyip bir iş becermişler. İçtenlikle tebrik ederim onları.
Saniyeler daha fazla kayıp gitmeden son hazırlıklarımızı yapıp evden çıktık. Sanki otele falan gidiyoruz, yalnızca okula gideceğiz diye öyle bir uğraş verdik ki...
Changbinle Felix'i önden gönderdim çünkü telefonum çalıyordu ve arayan Chan idi. Muhtemelen iki kelimemden biri küfür olacağı için, Changbin ile Felix'in de bunları duymak için daha bebek olmaları sebebiyle önden yolladım. Daha çok minikler.
''Lan, West. Neler oldu bir bilsen!'' diye bağırdı. Telefonu kulağımdan uzaklaştırdığım hâlde ses hâlâ yüksek sesle birlikte geliyordu. Canlı hoparlör falan mısın be adam?
Cevap vermezsem yeniden bağıracağını bildiğim için ''N'olmuş?'' diyerek konuştum. ''Çabuk gelin, anlatacağım.'' demesiyle beraber suratıma kapattı. Vay şerefsiz.
Anlık gazla ''Beş dakikada varamazsak ben gayim!'' dedim ve canım pahasına koşmaya başladım. Kısa sürede öndekilere yetişip onları geride bıraktım, o sıra arkamdaki iki benimle yaşıt ancak aynı zamanda velet olan insan ne olduğunu anlayamamıştı galiba, bana mal mal bakıyorlardı.
Tam dördüncü dakika elli dokuzuncu saniyede son kez adım atacaktım ki, ayağım küçücük bir taşa takıldı, yeri gerçekten boyladım, bir de yüzüstü. Taş da büyük bir şey değil ki! Belki de benim ayaklarım küçüktür.
Böyle şansın ben gelmişini geçmişini... Artık gay miyim? Umarım değilimdir. Bence gay olsam da beni kabul ederler. Etmeme ihtimalleri de var ama ederler diye düşünüyorum. Lan, gay değilim ki?
Bakın şimdi, gay olursanız bazı sözde aileler sizi çocuğu olarak kabul etmeyebilir. Eğer sizi kabul etmezlerse, reddedebilirler. Daha sonra yurtlara düşersiniz. Evlat edinilirseniz, isminiz çıkar hem gay, hem de evlatlıkmış bu diye. Sonra üzülürsünüz, üzülürseniz hastalanırsınız. Hastalanırsanız, depresyona girmiş olursunuz ve ailenizi de üzersiniz. Daha da sonra, depresyondan intihar edersiniz, aileniz arkanızdan çok ağlar. Kendilerinde sorun olduğunu düşünürler, depresyona girerler. Sonra da sizin yanınıza gelirler. İşte bu yüzden, gay olmayın.
Ne konuştum be. Siz isterseniz gay olabilirsiniz, tek sorun ailede. Ailenize çaktırmayın, olur biter. Kendime de tavsiye veriyorum burada, gay değilim ama. Ay, imdat, çok konuştum gaylik hakkında, hiç hayra alamet değil!
Özet, ''Neden gay olmamalısınız, gay olursanız gay olmanın sonuçları nelerdir.''.
Dur, dur. Cidden boş yapıyorum.
Yere kapaklandığımı gören Felix bir anda kahkaha atmaya başladı. Changbin o kadar ilgilenmiyor ki, birkaç saniye sonra Felix'in neye güldüğünü kavrayıp o da gülmeye başladı. Kaldırsanıza amına koyayım, komik mi? Canım acıyor.
''Mala bak amına koyayım.'' diyerek gülmeye devam etti Felix. Ben de sinirlenerek ''Ya, geri zekâlı, güleceğine yardım etsene, it herif!'' dedim, kelimeler ağzımdan çıktıkça daha da bağırıyordum.
En azından Felix bir iki dakika güldükten sonra yardım etti, çok teşekkür ederim gerçekten. O yardımın olmasaydı bir köşede ölüp gidecektim Felix.
Ayağa kalktığımda biraz garip hissediyordum ama yani bir anda yere kapaklanıp şuurumu kaybetmemişim, bundan mı yakınacağım bir de? Kalsın. Etrafıma baktım, biraz daha rahat hissettiğimde ise Felixle bizi it gibi bırakıp önden giden Changbin'in peşinden koşturdum.
Okula girebildiğime şükretmem lazım derdim ama, karşımda okulun en ucube zorbası duruyordu, sikik Woojin. Yani nasıl desem, zorba ama zorba olmak için aşırı ucube. Sürekli birileriyle birlikte oluyor, ertesi gün başka bir kızın götüne bakarken görülüyor. Rezil yani. Bir de böyle yaparak kendini havalı zannediyor ya, çıldırıyorum işte. Yalnızca şu Woojin'i eziklediklerini görmek için para verirdim, öyle bir ucube.
Şu anda da karşımda duran kişi Woojin'den başkası değildi zaten. Tam bana bir şey söyleyecekti ki, bir anda Woojin'i itekleyerek beni kolumdan tutup çeken Minho onu durdurdu. Ne oluyor amına koyayım, romantik filmlere mi döndük şimdi?
"N'oluyor ya, sürekli hareket hâlindeyiz, başım dönüyor zaten amına koyayım." diye sızlandım, o da "Söylenme şimdi, koyduğumun ucubesiyle laf dalaşına girmekten kurtardım en azından." dedi. Aslında haklı.
Laf etmeden Minho'nun peşinden gitmiştim ancak, tuvalete kadar götürdüğü zaman buna tepkisiz kalamazdım. Gay misin?
Ağzımı açacaktım ki, bir şey diyemeden durdurdu. "İşemem lazım." diyerek kabinlerden birine girdi. Gerçekten bunun için miydi bu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarak-ı Sevkiye, Hyunho
FanfictionBiraz rezillik, biraz da aptallık. Bunlar, Hwang Hyunjin ve arkadaşlarını oluşturan ana maddeler. Bir grup liselinin her gün ayrı saçmalamalarına tanıklık etmeye hazır mısınız? okumayın oğlum bu nasıl bir fic yüz karası