Hyunjin kaza geçireli on dakika oluyor ve bunun hakkında hiçbir şey yapamıyorum! Gözümden yaşlar akıyor, arabanın sürücüsü ambulansı arıyor, kaza çevresindekiler etrafa doluşmuş ne oldu diye bakıyor... Bense yalnızca izlemek zorundayım! Lanet olsun Hyunjin, neden beni dinlemiyorsun? Orada yaya geçidi boşuna mı var sanıyorsun? Arabaların olduğunu, yavaşlaman gerektiğini bilmiyor musun? Ya da beni strese sokmaya mı bayılıyorsun? Beni dinlesen ölmezsin!
Bakmak zorunda kaldığım manzara tek kelimeyle korkunçtu. Sanıyorum ki sağ kolu ezilmişti. Kendimi ağlamamak için zor tutarken, sürücünün böylesine dikkatsiz bir insan olduğu için onu insanların içinde dövmek istesem de, ona bir ton hakaret etmek istesem de yapmadım çünkü hareket edemeyecek, ağzımı açıp laf söyleyemeyecek kadar kötü hissediyordum. Üzgünlük, şaşkınlık ve sinirin birleşimi gibi bir şeydi hissettiğim şey. İçimde sanki fırtınalar kopuyordu.
Çok geçmeden ambulans geldi, Hyunjin'i kaldırdılar. Benim de arkalarından gitmem gerekiyordu ama gerçekten de iyi değildim. Lakin, eğer konu arkadaşlarımdan biriyse, gitmek zorundaydım.
Hyunjin... Hwang Hyunjin. Kim bu? Hwang Hyunjin kim ve ne zamandır bu kadar değer vermeye başladım? Hyunjin... Senden nefret ediyorum. Lanet olsun ya! Eğer hayatta kalmazsan...
Ne olurdu sanki iki dakika sözümü dinlesen ya, hay sıçayım böyle işe...
Kendime gelip etrafıma baktığımda, ambulansın çoktan gitmiş olduğunu gördüm. Telefonumu alarak hastanenin mesafesine baktım, pek de uzak değildi.
Yürümeye başladım. Gözlerim dolmuş, ellerim titriyor, her adımda bacağıma iğne batırılıyor gibiydi. Ağlamak istiyordum ama bunun kimseye etkisi olmayacaktı. Daha doğrusu, var gücümle, ses tellerim yırtılana kadar bağırmak istiyordum. Ağlamak, bağırmak, her şeyi dışarı atmak istiyordum... Biraz olsun rahatlayabilmek istiyordum...
Yolun yarısına kadar geldiğimden beri her adım Hyunjin'i hatırlatıyordu. Her adımımda ismi beynimde yankılanıyordu. İsmini kullanarak onu uyarmam, arabanın gerçekten anormal bir hızla Hyunjin'e çarpması, geçmişteki olaylar... Kısaca Hyunjin hakkında her şey aklımda dolaşıp duruyordu.
Bana beş yıl önce kendisi hakkında her şeyi söylemişti. Gereksiz bilgileri bile içinde bulunduran şeylerdi bunlar ama şu an sorun bunlar değildi. Bir araba yüzünden sakat kalma ihtimali bile olan bir insan söz konusuydu!
Gülümsemesi, ağlaması, sinirlenmesi, korkuşu, duyguları. Bütün duyguları kendisiyle yaşadığımı hatırlıyorum. Ölene dek kahkaha attığımızı, göz yaşlarımız tükenene kadar ağladığımızı, birbirimize şakasına da olsa sinirlenişimizi, korku filmi izleyerek yarınımız yokmuşçasına çığlık attığımızı hatırlıyorum.
On iki dakika sonra, hastaneye gelmiştim. İçeriye girdim. Hastane ortamlarında çok bulunmadığım için ne yapacağımı bilmiyordum doğrusu. Hem, ne diyecektim ki? Hey, arkadaşımın kolu ezilmiş. İki dakika bakayım falan mı?
Resepsiyon vardı ve boştu, ben de daha fazla zaman kaybetmeden nasıl, nereden hasta ziyareti yapabileceğimi vesaire sordum. Oradaki kadın da bana belirli saatleri olduğunu söyledi. Teşekkür ederek geri çıktım, güzel! Hemen içeriye dalıp bakamıyorum, harika!
Çıktığımda ise, hastanenin köşesinde bir yerlerde duraksadım. Telefonumu ikinci defa çıkararak Chan ile diğerlerine mesaj attım. Hızlı yazdığım için mesajlarım zar zor okunabiliyordu.
Beş dakika geçmeden, hepsi bir şeyler yazmaya başladı. Hepsini teker teker okudum, çoğu şu an Hyunjin'in nerede olduğunu soruyordu. Bilmediğimi yazarak telefonu kapattım, cebime atarak derin bir nefes aldım.
İşim en azından şimdilik bittikten sonra, belki kafamı dinleyebilirim diye eve doğru yöneldim. Aslında saatler sürse de o hastanede bekleyebilirdim ama, kendimi daha da streslendirmenin hiçbir faydası yok.
Yürümeye devam ettikçe bir anda yere yığılacakmışım gibi hissediyorum, yine de devam ediyorum. Tüm bunlar Hyunjin yüzünden mi oluyor şimdi? Neden ve nasıl?
Aklımdaki düşüncelerden zamanın akışını bile fark etmemiş, kapının önüne kadar gelmiştim. Kapıyı açarak içeri girdim, kendimi direkt olarak yatağa attım. Gözlerimi kapattım ama uyuyamıyordum, Hyunjin geliyordu gözümün önüne. Gözümü açarak hızlıca yataktan doğrularak ayağa kalktım. Madem uyuyamıyorum, o zaman bir başkasının evine gitmem gerek ki bu da Chan olabilirdi.
Annem iki günlük tatile çıktığı, evde olmadığı için rahatlıkla istediğim şeyi yapabiliyordum, bu yüzden de içim rahattı.
Üstümü hiç değiştirmeden aynı şekilde evden geri çıktım. Telefonumdan Chan'ı çaldırarak eve gelmesini söyledim. Tamam deyince de telefonu kapattım, evine doğru yol alarak.
Yedi dakika sürmüştü evlerine kadar gitmem. Chan da orada, korkuluk gibi kapının önünde bekliyordu. Beni görünce gülümsedi, "Hoş geldin canım," dedi. Konuşacak durumda olmadığımı anlayabilmesi için yalnızca başımı salladım, içeri geçtik.
Olanları birer birer Chan'a anlattım ve anlatmayı bitirdiğimde kapıdaki gülümsemesinden eser kalmamıştı. Aynen benim gibi, suratını astı o da.
"Sen bu çocuğa aşık mısın?" diye sordu birdenbire. "Ne?" diyebildim yalnızca, şaşırmış bir ses tonuyla. "Başka bir şeye işaret etmiyor bu. Aşıksın işte amına koyayım, olaydan ziyade baştan sona hislerini betimledin bana." demesiyle iç çektim. "Aşkımı boşver. Çocuk diyorum, araba çarptı diyorum!" kontrolsüzce bağırarak konuşmuştum, farkına vardığımda ise direkt olarak susmuştum. "Pardon."
Özür dilememe gerek olmadığını söyledikten sonra gülümseyerek "Minho, sen sev, gerisi gelir." diye konuştu.
(cizgi yapmaya usendim)
"Minho, sen sev, gerisi gelir." dedim ve gözlerinin ışıldayışına şahitlik ettim. Uzun zamandır ilk defa bu ışıltıyı görüyordum, sanki intihara meyilli birinin hayattan yeniden bağlanmasını görüyordum. Gülümsedim, "Kafasında hasar yoksa seni unutmaz, eminim ki seviyordur," deyip gülümsedim. "Yok, değil mi?"
"Sanmıyorum, yalnızca kolunda hasar vardı." demesiyle, beni gerçekten duygulandıran bir gülüş sundu.
Sanki hoşlandığım çocuğa sevdiğine nasıl açılabileceği hakkında fikir verirken onun gülüşüydü. Çöküp ağlamaya başlamayacaktım tabii ki, sadece hatırladım.
Ama çok ağlamıştım zamanında. Hâlâ sevgili değiller ama hoşlanıyor olabilir, bir şey diyemem. Hâlâ aşık mıyım, ben de bilmiyorum. Ama öpüşmek istese haşin tarafımı göstermekten çekinmem.
Şakaydı.
Karşımda duran Minho bir anda "Chan, ben ne yapacağımı bilmiyorum. Gerçekten bazen kendimi çok ona muhtaçmış gibi hissediyorum. Nefret ediyorum amına koyayım! Çok güzel olduğu için nefret ediyorum ondan!" diye bağırdı. Ben bile neye uğradığımı şaşırmıştım. "Sakin ol biraz." diyerek sakinleştirmeye çalıştım ama bir saniye sonra gözleri dolmuştu bile.
"Sırf benim yüzümden kim bilir nerede şu an! Yoğun bakımda bile olabilir, hepsi benim yüzümden!" deyip göz yaşlarını serbest bıraktı. Ne yapacağımı bilmiyordum, tam o sırada da Felix'ten bir arama geldi.
Açtım, "Ne yapıyorsun kanka?" dedi, arkadan sanki bir şeyler kırılırmışçasına sesler geliyordu. "Oğlum, bekle az, işim var." deyip suratına kapattım ve Minho'ya döndüm.
"Hiçbiri senin suçun değil, eğer senin suçun olsaydı şu an ölmüştü." dediğimde, yeniden ufak da olsa ışık saçan bir gülümseme sundu. Bu çocuğa kalp baskılı kundura alacağım, sonra da hediye olarak versin diye Hyunjin'e vereceğim. Sonuç olarak öpüşecekler. Chan baba çok yaşa.
Tam rahatlayacak gibi duruyordu ki, telefonuna gelen bildirim ile ortama huzursuzluk getiren bir bakış attı. "Hay sikeyim!" diye bağırdı. Merakıma yenik düşüp "Ne? Ne oldu?" dedikten sonra "Komaya girmiş!" diyerek bağırdı.
Hiçbir tepki veremeden durdum orada. Yapabileceğim bir şey olsaydı, yapardım ancak bu durum sandığımdan daha umutsuzdu.
"Koma mı? Siktir lan, ne koması?" dedikten sonra başıyla onaylarak "Hepsi benim hatam..." diye kendi kendine söylenmeye başladı. Annene sövmemek için zor duruyorum Hyunjin, bu çocuğun hâli ne böyle?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarak-ı Sevkiye, Hyunho
FanficBiraz rezillik, biraz da aptallık. Bunlar, Hwang Hyunjin ve arkadaşlarını oluşturan ana maddeler. Bir grup liselinin her gün ayrı saçmalamalarına tanıklık etmeye hazır mısınız? okumayın oğlum bu nasıl bir fic yüz karası