Minho ile ciddi bir şeyler konuşmaya çalışırken oladan felaket bir şekilde sapmam yüzünden Minho'nun ısrarı üzerine şu an hayvan barınaklarından bir tanesine gidiyorduk. Hyunjin, beynine sokayım.
Yolda ''Ya Minho, ne ısrarcı şeysin sen öyle amına koyayım.'' dedikten sonra güldüm. O da ''Gülme, şerefsiz. Kedi bakmak güzeldir. Kedi her şeydir. Kedileri hayvan kategorisine almak hakarete benzer Hyunjin. Kediler, görüp görebileceğin en güzel şeylerdir.'' diyerek cevap verdi. Biraz kedileri seviyor olmalı ama, bilemedim şimdi. Sevmiyor da olabilir, anlaşılması oldukça zor.
Minho teker teker kedilerin özelliklerinden, kedilerin yaşam alanının nasıl olması gerektiğini, kedilerin cinslerine göre nasıl bir şey olabileceğini, kedilerin bakımı nasıl olması gerektiğini, neden kedilerin bıyıklarının olduğunu, neden kedilere süt verilmez adlı başlığa kadar yani kısaca kediler hakkında bildiği her şeyi anlattı. Konu kedi olunca akan sular durur.
Ben de kedi olsam beni sever miydin Minho? Şaka. Onun için hayatım boyunca dört ayak üzerinde giden, elli santimlik ama sevimli bir yaratık olmak istemem. Bir de her gittiğim yerde millet beni yalnız bırakmayacak falan, imdat.
Barınağa geldiğimizde sayılı hayvan türlerinin gariban gibi orada beklediğini gördük. Minho az kalsın köpekleri görünce ağlayacaktı, öyle üzgündü ki köpekler... Benim bile içim acıdı. Garibanlar. Size sahip bulacağım, merak etmeyin. Sen ağlama, bir damla gözyaşın yeter.
Bir beş dakikalık arama sonucunda Minho'nun önerisiyle mala benzeyen bir kedi bulduk. Çok ısrar ettiği için de bunu sahiplenmek durumunda kaldım. Bizimkiler evde mal bir kedi görünce ne tepki verecek, bilmiyorum.
Form verdiler, doldurdum. Birkaç soru sordular, cevapladım ve sonunda, kediyi verdiler. Yaşasın, artık bir kedim var..? Ne tipsiz lan bu böyle.
Dışarı çıktığımızda artık elimde taşıma çantası, içinde mala benzeyen, siyah ve gri karışımı, tüyleri uzun, kuyruğu kendinden uzun, gözleri yemyeşil bir varlık vardı. Tatlıydı aslında ama Minho'nun bula bula böyle bir şeyi bulmasına şaşırdım.
Biraz ilerledikten sonra Minho bir anda durdu. Ben de durdum. Durduk. Bana baktı, ben de ona baktım. Gözlerimin tam içine bakıyordu. Korkmalı mıyım?
Tam korkudan altıma osuracaktım ki, "Kumunu alırsın herhalde?" diye sordu. Başımı salladım, bir zahmet kumunu da almayı bileyim canım. Alt tarafı Felixle Changbin iki üç gün can çekişir, eve kedi gelirse gideceğini söyler, dördüncü gün kediyi çanta gibi yanında taşır. Böyle olacağını bildiğim için söylüyorum.
Bana sarıldı, iç çekerek ''Vay be, kedi bakan Hyunjinleri de mi görecektik?'' dedi. Sahte bir tebessüm ederek göz devirdim. Bir de bayıl istersen Feriha.
Daha sonra aynen bir heykel gibi duraksadı. Bir şeyler düşündü ve dik dik bana bakarak "Baba olacağını söylemek için mi buraya kadar geldin lan cidden?" diye sordu. Şimdi boku yemedim mi ben? Aslında geçiştirebilirim ancak Minho'nun sorun algılama yeteneği öyle gelişmiş ki, bir kelimede kekelesem darlamaya başlar.
"Evet, neden olmasın?" diye yanıtladım Minho'yu, kelimeleri hızlıca söyleyerek. Zaten oradan bir şeyleri anlamış olmalı, yürümeye devam ettik. Normalde bir şey anlamadığı zaman anlatıncaya dek insanı dürtmeye devam eder ama bu sefer tepki bile vermedi.
İçime sinmedi, ilk gördüğüm köşeye çekerek ona yaklaştım, ''Oğlum, kendinde misin sen?' dedim. Birkaç saniye gözlerimin içine baktı, daha sonra gülümseyerek ''Aşırı. N'oldu ki?'' diyerek cevaplamasıyla ''Soruya soruyla cevap verme!'' deyip göz devirdim, benim göz devirmemle o da göz devirdi.
Hâlâ aynı yerde dururken tahmin edemeyeceğim bir anda elimi kavrayarak kalbinin olduğu yere götürdü. Çok hafif bir tutuşu vardı, güvendeymişim gibi hissettiren bir tutuş. Ne olduğunu anlayamadığım için şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Kalbi gerçekten hızlı atıyordu. Çok geçmeden bırakarak kollarını kavuşturdu. Yere bakıyor, benimle göz teması kurmuyordu.
Gözlerimi hafifçe kıstım, ''İyi misin?'' diye sordum. Bir şey demedi ama en azından bana baktı, daha doğrusu dudaklarıma. Bir saniye geçmeden bakışlarını başka bir tarafa çevirdi. Umut verme, dayarım.
Daha fazla dayanamadan bileğinden sürükleyerek yürümeye devam ettim. Aslında dayanamamak değil, en az Minho kadar hızlanmıştı kalbim. Umarım kızarmamışımdır diye umuyordum.
Belki on beş, belki de yirmi dakika yürüdükten sonra benim evimin önünde durduk. Neden bilmiyorum ama, ''Gelecek misin?'' diyerek istemsizce gülümsedim. ''Geleyim mi?' demesiyle de başımı salladım. En kötü ne olabilirdi ki?
Taşıma çantasını Minho'ya vererek kapıyı açtım. Açtığım gibi de ruhuma bakan bir Changbin'i görmemle korkudan zıpladım ve arkamda duran Minho'ya çarptım. Changbin, senin var ya.
''Ya, Changbin! Ne dengesiz insansın anasını satayım,'' dedim, Changbin yarıla yarıla gülerken. ''Şaka kanka, ne abarttın.'' deyip daha da fazla gülmeye başladı. ''Böyle şaka mı olur, götüne pandik attığım!'' sesini duymamla Felix'in Changbin'e çok rahatlatıcı bir tokat atışına şahit oldum.
''Beyler, sakin olsanıza amına koyayım.'' diyen Minho'ya döndü ikisi de. Daha sonra da Minho'nun elindeki çantanın içindeki kediye baktılar. ''Hyunjin, bu ne?''
''Kunduriye. Artık benim.'' dememle isyan etmeye başladılar. ''Ne? Kedi mi? Hayatta kalamaz burada!'' diye çırpınışlarını görmezden gelerek içeri girdim, Minho'yu da aldım. ''İstediğiniz kadar isyan edin, bu kedi artık burada,'' dedim.
Kunduriye'ye evin kapılarını açtık, hayvan dünden hazırmışçasına koşturmaya başladı. Felix'i kovalıyordu. Felix de kaçacağım diye götüyle dağlar deviriyordu. Gerçekten bazen çok garip olabiliyorlar amına koyayım.
Changbinle Felix Kunduriye'den kaçadursun, biz de Minhoyla salonda mal mal konulardan söz ediyorduk. Chan'ın pipisi, Loki'nin neden bu kadar şerefsiz olduğu, kraliçe Elizabeth'in ölümü gibi kelimenin tam anlamıyla salakça konulardı bunlar.
''Ne anlatacağım sana,'' dedi, duraksadı. ''Geçen kuzenimle parka gittik, çok ısrar ediyordu. Tamam dedim çıkalım. Parka gittik, saklambaç oynamak istedi. Ona da tamam dedim anasını satayım, bana yavaş yavaş yüze kadar say dedi! Onu da yaptım. Sayı sayma evresi bitti, aramaya başladım. Aradım, bayağı aradım hem de. Biraz uzaklara gittim hatta. Bir baktım, çimenin içine girmiş, ben çimenim diyor. Bastım tokadı, bu kadar geri zekâlı olunmaz ya. Neyse, çocuk ağlaya ağlaya gitti annesinin yanına, annesi de bunu duyar duymaz yanıma koşa koşa geldi. Tam kırk yıllık yaşam öyküsünü anlatmaya başlayacaktı ki, olayı anlattım. Kadın çocuğa baban süt almaya falan gitmedi, terk etti dedi. Çocuk ağlamaya başladı.'' diye anlattı, anlatışını geçtim, anlatırken el kol hareketi yapıyordu. Komik mi? Komik.
Minho anlatacaklarını bitirdikten sonra, bir sessizlik oluştu. Hemen sonrasında da Kunduriye'nin bağırışı. Changbinler'in yanına koşarak ''Ne yapıyorsunuz lan kediye?'' diye girdim aralarına. İkisi de bir ağızdan ''Tırnağı uzunmuş. Kesmeye çalışıyoruz.'' dedikten sonra ikisini de ayrı ayrı dövdüm.
''Ulan, kedinin tırnağını nasıl kesebilirsiniz ki, hayatınızda ilk kez ev kedisi görüyorsunuz!' diye bağırdım. O sırada da Minho gelerek ''Lan, ne yapıyorsunuz amına koyayım?'' diyerek arkama geçti. İlk Felix'e, sonra da Changbin'e dayak atmayı seçtiğim için Changbin'in üzerindeydim. Changbin de tüm gücüyle beni geriye fırlatmaya çalışınca, Minho belimi kavradı.
Sırıttı, "Belin inceymiş, beklemezdim." diye fısıldadı. Ben ise orada kriz geçirmekle meşguldüm. Utanç krizi. kaç yıldır yaşamadığım utancı bana yaşatıyorsunuz ya, hakkım helal değil!
OLM BU NE IYICE SACMALADIM
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yarak-ı Sevkiye, Hyunho
Hayran KurguBiraz rezillik, biraz da aptallık. Bunlar, Hwang Hyunjin ve arkadaşlarını oluşturan ana maddeler. Bir grup liselinin her gün ayrı saçmalamalarına tanıklık etmeye hazır mısınız? okumayın oğlum bu nasıl bir fic yüz karası