Hayatın akış tarzı insanı gerçekten şaşırtabiliyordu.
Her ne kadar ipleri elimize aldığımızı ve hayatımızı kendimizin yönlendirdiğini düşünsek bile bizim birkaç saniyelik dalgınlığımızda bile hayatımız bizi farklı bir yola sürüklüyor, sinsi bir şekilde bir fark etmeden diğer seçenekleri yok ediyordu.
Hayat sinsiydi, elbette sinsiydi. Çünkü aldığımız her nefes boyunca biz kendi yolumuzu çizmeye çalışırken arkamızdan silgiyle geçen, her bir hayalimizi birer birer yokmuşçasına yıkan hayatın ta kendisiydi. Doğar doğmaz başlayan bu mücadele kimileri için çok zorlu olsa da kimileri için çok basit oluyordu.
Savaşmadığın sürece hayatta senden mutlusu yoktu.
Fakat savaşmaya karar verdiğin ve meydan okumaya karar verdiğin an, sen kazanana kadar bütün işler senin aksine ilerlerdi. Her şey sana yapamayacağını ve pes etmen gerektiğini hatırlatırdı. Kimi yarı yolsa pes edip hayatının öyle kalmasına, son nefesine kadar huzursuz bir hayat sürmeye göz yumar; kimisi ise son anına kadar savaşıp daha mutluluğu tadamadan son nefesini verirdi.
Taehyung'u yemeğe beklerken aklına yığılan bu düşüncelere engel olamamıştı. Yaklaşık bir saattir masada oturmuş, saniyelerle birlikte uçup giden yemeğin buharıyla birlikte hayatın onun için yollar çizmesine izin vermişti.
Kolunu bile kaldırmak istemiyordu, yalnızca gözlerini kapatmak ve sonsuzluğa doğru akan bir nehrin akıntısında sürüklenmek istiyordu. Seokjin pes etmenin eşiğindeydi. Neden yaşadığını sorguluyor, bunları yapmak zorunda olmadığını kendisine haykırıyordu.
Evet, hayatı boyunca babası gibi olmak istemişti ve yine evet, şimdi de babası gibi olmaktan korkuyordu. Ne kadar basitti oysaki onun için. Hayalleri oldukça çocuksu geliyordu şimdilerde. Babasıyla karşı karşıya bir dava için savaşmak, aynı salona rakipler olarak girmeyi hayal etmişti. Babasının mahkeme çıkışı yorgun bir şekilde ona bakmasını ve gururla gülümsemesini istemişti.
Seokjin'in hayalleri oldukça normaldi. Böyle şeyler olasıydı, uçuk kaçık hayaller kurmayı denememişti bile. Fakat belki de uçuk kaçık hayaller kursaydı daha az üzülebilirdi, daha az yıkılabilirdi. En azından bu kadar basit bir şeyi bile yerine getiremediği için, asla böyle bir fırsatı olmayacağı için üzülmezdi.
Artık bir babası yoktu. Yalnızca babasının kaybına alışmaya çalışan bir annesi vardı fakat hayatı boyunca annesini o kadar az incelemişti ki babasız kaldığı ilk andan beri annesini bir yabancı olarak gördüğünü anlamıştı.
Hayır, annesi onu sevgiyle büyütmüş ve Seokjin'in mutlu bir çocuk olduğundan emin olmuştu. Fakat Seokjin babası olmaya, o normal hayale o kadar çok odaklanmıştı ki annesiyle neler yaptıklarını bile çok az hatırlıyordu.
Yalnızdı.
üniversite hayatı boyunca dört yakın arkadaş edinmiş birine göre oldukça yalnızdı. Her şey garip geliyordu. Sanki bunca zaman bir izleyici olarak hayatının geçip gitmesini izlemiş, şimdi gerçek oyuna girmiş gibiydi.
Her şey çok sahte ama gerçekti.
En çok da sırtını dayayacak kadar kimseye güvenemediği, hayatı boyunca hiç bir insanla gerçek anlamda yakın bir ilişki kurmadığını fark ettiği an canı yanmıştı.
Kimseye derdini anlatamıyordu.
Onları tanımıyordu ki.
Koca bir dünyaya 23 yaşında bir adam olarak doğmuştu. Bildiği tek şey ise, 23 yılının boşa gittiğiydi.
-
" Beni beklediğine inanamıyorum. " dedi Taehyung mutfağa adımlarken. Saate bakılınca aldığı yemek kokusu şaşırtıcıydı, Seokjin'in onu gece yarısına kadar beklemiş olması ise daha şaşırtıcıydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
cerebrum jailed |taejin
Fanfictionavcıları da avlamaya yemin etmiş kim taehyung, onu kurtarmaya çalışan ama ilk hedeflerinden biri olan kim seokjin'i es geçecek miydi? #taejin #ukejin #semetaehyung #oneshot