9

32 6 44
                                    

En sonunda ses gelmemesine dayanamayarak Üsteğmen Lee'nin kapısını açtım ve içeride dağınık yatak, kitaplıktan yere düşmüş kitaplar, masadan yere düşmüş dosyalar gördüm. Masada bir not vardı, dijital bir nottu, bir yerde yazıp çıktısı alınmıştı. Notta aynen şunlar yazıyordu:

Ben Üsteğmen Lee,
Bugün ani bir kararla burayı terk ediyorum, çıkışımı aldırmayı çok isterdim ama ona gerek yok. Bu askerlikten, birilerinin öldürülmesinden, kabuslardan kurtulmamın bir yolu var. Umarım kimse bu yola düşmek zorunda kalmaz, her kim okuyorsa bu notu; sağlıcakla kalın.

Ne demek istediğini kesinlikle anlamamıştım, ne yolu bu yol? Neden kimse o yola düşmek zorunda olmasın. Ah her neyse ne? Kağıdı alıp ceketimin iç cebine koydum ve odadan çıkıp albayın odasına gittim. Uyuyordu hala, elimdeki dosyayı masasına bırakıp onun yanına gittim. Onun o masum gözüken yüzünü incelerken aklım kendi kendine, dün oraya Üsteğmen Lee'yi gömdüğü fikrine kaydı. Hayır hayır, daha geçen gün kendi tarafındaki askerler öldü diye ağlayan bir adam bunu yapmaz. Ya yaptıysa? Öğrenmemin tek bir yolu var, albay uyanmadan orayı kazmak.

  Sessizce odadan çıkıp küreği aldım ve yine sessizce çalışma odasından çıktım, onunla dün gece yarısı karşılaştığım yere doğru koşar adımlarla gittim. Gündüz vakti daha anlaşılır gözüküyordu kazılmış yer, üstelik oranın toprağı azdı. Derin bir nefes alıp küreği toprağa daldırdım, ayağımla ittirerek daha çok batırdım. Bu işlemi uygulaya uygulaya yaklaşık yirmi dakika kazdıktan sonra küreğe garip bir şey gelmişti. İçimde oluşan, kalbimde başlayıp ağzıma kadar gelen, garip ağrıyla kaşlarımı çattım. Biraz daha kazdıktan sonra bir el çıkmıştı oraya, çığlık atarak yere attım kendimi.

  Ellerimle toprağı eşelerken gövdesine geldim, sonra da yüzüne. Bembeyazdı, kanı çekilmişti resmen. Korkuyla bağıra bağıra ağlıyorken onu azda olsa kaldırarak yüzeye çıkarttım. Yüzünü ellerim arasına alıp ağlarken albay arkamdan gelip beni ayağa kaldırdı ve kendine döndürdü, yüzüme bir yumruk attı. Ben tam düşecekken beni tutup "Sen ne yaptığını sanıyorsun!?" Diye bağırırken bir yumruk daha attı. Ben yere düştüğümde üstüme geçip yanağıma vurmaya devam ederken "Orospu çocuğu! Ne diye her boka burnunu sokuyorsun! Piç kurusu! Merakını sikeyim senin!" Diye ard arda hakaretler etti.

  Ben ondan duyduklarımla ağlarken yüzüme yumruk atmayı bırakıp karnıma vurdu ardından ayağa kalkıp beni tekmelemeye başladı. Onun beni dövmesi o kadar canımı yakıyordu ki ağlamaktan başka bir şey yapmıyordum. Ne kendimi koruyordum ne de vurmaya çalışıyordum. Gözlerim en sonunda kararmıştı.

  Gözlerimi açtığımda gözüme giren ışıklarla tıslayıp gözlerimi kıstım. Albay hemen ellerimi tutup "Uyandın!" Dedi, kolumdaki seruma baktım, albayın odasındaydım ve yanımızda iki tane doktor mudur hemşire midir neyse işte onlar vardı. Ellerimi yavaşça albayın ellerinden çektim, sessizce göz yaşları akıtıyorken o iki görevliden birisi albaya dönüp "Albay Min, Jimin'in durumu iyi. Sadece iki üç gün istirahat etse iyi olur. Serumda bitmek üzere, bittiğinde bizimde işimiz bitiyor" dedi. Albay başını sallayıp ayağa kalktı, iç cebinden sigarasını çıkartırken çalışma odasının penceresine doğru ilerledi.

  Gözlerimi kapattım ve o anı hatırladım, evet kemiklerim ve kaslarım acıyor ama daha ötesi kalbim acıyor. Gözlerimi araladığımda görevliler kolumdaki serumu çıkarıp odadan çıktılar, albay'dan hesap sormak için ayağa kalkacaktım ki güneş tepede olduğundan akşam olana kadar uzandığım için başım döndü ve hızla yere düştüm. Canım hiç acımamıştı ama ağladım, içim acıyordu. Albay hızla yanıma geldi, beni kucağına alıp yatağa bıraktı. Örtüyle yarı çıplak vücudumu örtüp yanağımı okşadı. Patlamış dudağımı baş parmağıyla okşarken tek kelime etmedi, ne bir özür vardı ne bi açıklama. Onun elini elimin tersiyle ittirip "Ne diye öldü-" diyecektim ama albay eliyle boğazımı sıkıp beni yastığa bastırdı.

Military Wound'YoonMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin