Mola verir o duraklarda; ne zaman göç edecek olsa kuşlar!
Yorgunluklarına nefes olacak ağaçları bulamayınca, beşerî direklerin duraklarında.
Sonra da; 'telgrafın tellerine kuşlar mı konar' sitemini dile pelesenk edip nakarata dökeriz hayasızca!
Vakit geç, mevsim güz.
Mevsimin buğusu, dağların ardına süzülen boyadır!
Bu boyalı mevsim, kuşların yerine sizleri, bizleri ağırlamış, sen-ben kırk kuyuda un dövmüş kırk bir'inci ırmakta taş dökünmüş.
Taşlarca ufalanmış,bir sır olup yoğrulmuş.
Geniş açıdan nam salmış; Kırık bir haber postasında güneşten süzülmüş. 'Gemilerde talim var bahriyeli yârim var' - bu 'Nuh' kente tarihten bu yana hiç gemi uğramamış!
Kuşlar hikayesiz kalmasa da, hep yuvalarından sürgün edilmiş.
Kâh o direk kah bu direk savrulup durmuşlar 'Dala yaprağa hasret', bir çeşme başı, onların anılarına tuz basmış.
Tüyleri savrulmuş, direklerden çarpılmışcasına doğa anadan mahrum. İşte bu yüzden, geç kalınmış..!
Mevsimler kendilerini dağların ardına vurmuş, 'beşere ceza' renklerini bozkırlara savurmuş.
Sen-ben, meyve vermesi gereken, soluk olması gereken ağaçlara çaput bağlamış, Dilekler dilenmiş, dilekler sırlara karışmış.
Hikaye de böyle tamamlanmış, mutlu bitmese de..!
Elimiz sapansız, ve kuşlar da hikayesiz kalmamış...