19. Bölüm (DEFTER)

518 42 8
                                    

-Bölüm Başı-



Gözkapaklarımın içindeki karanlığa çok alışmıştım. Uykum öyle çoktu ki, hiç kalkmak istemiyordum. Hele ki gözümü açınca, gözkapaklarımın engellediği ışığı görecek olmam beni daha da huzursuz ediyordu. Halbuki ben üzerinde olduğum rahat koltukta -veya yatakta- oldukça rahattım.

Koray'ın omzunda uyuyakaldıktan bir zaman sonra uyandığımda Koray'ın kucağındaydım. Beni uyandırmakla uğraşmak yerine taşımayı tercih etmişti. Gerçi, bu konuda gerçekten haklı sayılırdı. Çünkü ben bu kafayla kalkacak durumda değildim. Uyanık olduğum halde gözlerimi bile aralayacak gücüm yoktu.

Beni bir şeyin üzerine yatırdığından beri, bir uyuyor bir uyanıyordum. Çok düşük dozda narkoz verilen bir hastanın uyuyorum ama aslında uyumuyorum kafasını yaşıyordum yani kısaca.

Kendi içimde büyük bir mücadeleye girerek gözlerimi araladım. Çift kişilik bir yatağın üzerinde, geniş mi geniş bir yatak odasındaydım. Ayak tarafımda duvarı kaplayan kahverengi dolap vardı ve hemen iki yanımdaki komodinler, geniş bir pencerenin önünde duran çalışma masası, duvardaki büyükçe bir şehir tablosunun önünde duran ikili zarif koltuk ve yattığım yatağın başlıkları bu dolapla uyumluydu.

İkili koltuğun üzerinde yaygın bir vaziyette oturan Koray'ı görünce ona bakakaldım. Kot pantolonu, koyu yeşil boğazlı kazağı ve dağınık duran saçlarıyla ondan gözlerimi çekebilmem imkansız gibi geliyordu. Elindeki telefonuyla uğraşıyordu ve yüzünde hiçbir tepki yoktu. Şu anda büyük ihtimalle Tayfun Değirmen'in evindeydik. Ve Koray nasıl bu kadar rahat olabiliyordu, anlayamıyordum.

"Saat henüz sabahın 4'ü. Uyanman için çok erken," dedi Koray kafasını telefonundan kaldırmadan.

Beni yine yakalamıştı.

Homurdanarak yatakta doğruldum ve sırtımı yatağın başlığına yasladım. Hangi ara o kadar saat geçmişti? Demek ki ben, bir uykulu bir uyanık geçirdiğimi sandığım vakitlerin çoğunu uyuyarak geçirmiştim.

"Başım ağrıyor. Tayfun'un verdiği alkol çok ağırdı," dedim.

Parmaklarımla alnımı ovmaya başladım. Kuvvetli bir ağrı tüm beynimde geziniyordu.

"İçmemen konusunda uyarmıştım," dedi yine telefona bakarken.

Benimle bu kadar ilgisiz konuşmasına sinirlenmiştim. Ben o içkiyi keyfimden içmemiştim ki, Koray'a ders olsun diye içmiştim. Emanetine ufak da olsa bir zarar gelsin diye içmiştim. Ama yapacağımı kendime yapmıştım, onda zerre bir etkilenme yoktu.

Eğer beynim ağrımayı kesseydi Koray'dan sinirimi çıkarmak isterdim ama ne yazık ki bir tartışmaya girecek durumda değildim. Konuyu değiştirdim.

"Ne yapıyorsun telefonda?" diye sordum.

"İşlerim var," dedi kısaca. Yine kafasını kaldırıp yüzüme bakmayı çok görmüştü.

"Pekala," dedim dudağımı ısırarak. "Ne yapacağız bugün?"

Düz bir sesle: "Akışına bırak," dedikten sonra telefonunu kulağına götürüp ayağa kalktı ve: "Sesini çıkarma," dedi.

Bana böyle emir vermesinden ne kadar hoşlanmasam da, aynı amaç uğruna aynı yolda olduğumuzu hatırlayınca dediğine itaat ederek sustum.

Geniş odada voltalar atarken pencerenin önünde durdu ve dışarıyı izleyerek konuşmaya başladı.

"Alo," deyip karşı tarafı dinledi. "Hepsini aldım. Bunların doğruluğundan ne kadar eminsin? (......) Pekala, haber verdin değil mi? Bir sorun çıkmasını istemiyorum. (......) Hayır, merak etme. Sadece önlem. (.....) Kendine dikkat et, telefonun açık olsun. Sana tekrar ihtiyaç duyabilirim. İyi geceler," deyip telefonu kapattı.

İNTİKAM RÜZGARI (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin