22. Bölüm (DAVETSİZ MİSAFİR)

426 40 49
                                    


Upuzun bir araya, upuzun bir bölümle geldim! Yorumlarınızı heyecanla okuyorum inanın, hepsine cevap veremesem de hepsini okuduğumu bilin. Sizi gerçekten çok seviyorum. Bir avuç okuyucum var ve hepinizle çok mutluyum! İyi ki varsınız! Pasajlara atılan yorumlara ayrı bir bayılıyorum, harikasınız! :)

-Önceki bölümden hatırlatma-

Alnını alnıma yasladığı anda irkildim. Bu yakınlığının kalbime uyguladığı baskı çok ağırdı. Kalbim göğüs kafesimin içinde değildi sanki, her hücremde atıyordu.

"Sen; Küçük Şeytan," diye fısıldadı. Soğuk yüzüme bu kadar yakından çarpan sıcacık nefesiyle ürpermiştim. "Farkında bile olmadan, bana öyle bir bedel ödetiyorsun ki... Çektiğim acıyı tahmin bile edemezsin..."

-BÖLÜM BAŞI-


Bir yaşam faaliyeti vermeye çalışan bedenimi ne kadar zorlasam da; ne konuşabiliyor, ne kıpırdayabiliyor, ne de nefes alabiliyordum. Aralanan dudaklarımdan içeri kendine yol bulan soğuk hava, boğazımı yakıyordu.

Koray'ın gözleri yüzümde, söylediklerinden sonra bir süre daha oyalanmıştı. Bakışları bomboştu, ne söylediğinin kendisi de farkında değil gibiydi. Sanki dudaklarından bir anda fırlamıştı.

"Bu... Bu ne demek?"

Sızlayan nefes borumu hesaba katmadan konuşmuştum. Kelimelerim birer fısıltı melodisiyle karışmıştı havaya. Başımı bu kadar dik tutabilmeme sebep olan ellerini boynumdan çekti. Aramıza mesafe koyarak uzaklaştı. Az önce oluşmuş bütün büyüyü, şu anki tavırlarıyla bozuyordu.

"Hava soğuk, içeri geç," deyip koluma dokundu.

Gözlerimi hala ondan çekmeden, anlamayarak bakıyordum. Kolumu parmaklarının arasından geri çektim. "Koray, ben sana nasıl bir bedel ödetiyorum?"

Sert bir soluk alıp verdi. Nefesinin dumanı havaya karışırken, öfkeli görünüyordu. Kimeydi bu öfkesi, benim itirazıma mı, yoksa söylediklerinin arkasında duramayışına mı?

"Damla, sonra konuşabilir miyiz?"

"Hayır!" diye direttim. "Şimdi başladıysak şimdi son bulacak! Ertelemeyeceğiz."

Benim laflarım ona ok gibi saplanıyormuşçasına: "Duymak istediğin ne?" diye sesini yükseltti. İçindeki karamsarlıkları bana çarpıyordu.

Sahiden, benim duymak istediklerim neydi? Kulaklarım niye bekleyişteydi, beynim niye çalışmıyor, bir şeyleri düşünemiyordu? Bütün uzuvlarım duymak istediklerime odaklanmıştı; ne duymak istediklerini bildiklerini biliyorlardı, ama bilmiyor gibi davranıyorlardı. Ne duymak istediğim sorusunu ben, o sorunun cevabına gömmüştüm. Cevabıyla birlikte, imha olmuştu tüm bedenimden. Şimdi ne soru vardı, ne cevabı... Tek istediğim, bekleyişinde olduğum tek şey; Koray'ın açıklamasıydı.

"Sadece ne söylemek istediğin... Duymak istediğim bir şey yok, ne demek istediğini açıkla bana, kafi."

"Damla, benim sana söylemek istediğimi nasıl anladıysan, öyledir. Şimdi içeri giriyorum, peşimden gel, durma burada," deyip beni ve sorumu baş başa bırakarak yürümeye başladı.

Şimdi kaçarsa, hep kaçacaktı. İçinde olduğum bekleyişin yan etkileri kalbimi bir koşu bandına oturtmuştu. Koray gittikçe, ona yetişmeye ve beklediği sözlerin esiri olmak istiyordu. Şimdiden hızla atmaya başlamıştı, bir de beklediklerini duysa... Büyük ihtimalle göğsümü parçalardı heyecandan.

İNTİKAM RÜZGARI (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin