10

2.1K 166 6
                                    







Kapı zili ilk çaldığı anda Tiffany'de Kahvaltı'nın son sahnesi oynuyordu ve ayaktaydı Emre. Neden mi ayaktaydı? Çünkü o iplemez görünen aldatıcı görüntünün altında heyecanlı bir velet yatıyordu. Sesli olarak kendine itiraf edeceğinden değil... Yine de bedeni oturup, yayılmasına bir türlü izin vermemişti.

İşte tam o sırada zil çalmış, televizyonun önünde volta atan adımları donmuş, üstüne üstlük gelen kişi apartman girişinde değil kapısındaydı. Çekingen bir halde kapıyı açarken bulmuştu kendini.

Sanki hiç beklemediği biriyle karşılaşmış gibi şokla kaplanmış ifadesiyle bir kaç saniye kendine sırıtarak bakan, kollarını kapının iki yanına dayamış Ulaş'a baktı.

"Naber?"

"İyi. Gel." dedi zorlukla çıkan sesiyle. "İçeri geç. Film izliyordum ben de."

"Hoş bulduk." deyip rahatça uydu emirine Ulaş. Oraya ilk defa gelen biri gibi değil de, kendi eviymiş gibi vurdumduymaz bir rahatlık akıyordu tüm tavırlarından. Şaşırmasına gerek yoktu. Kendine güvenmek için milyon tane geçerli nedeni vardı. Hem tüm küçük dünyaları yarattıktan sonra, ölümlüler gibi heyecanlanmak olmazdı tabii.

"Bir şey içer misin? Bira var."

Sırtı ona dönük bir şekilde, "Olur." dedi Ulaş.

Tekrar salona geçtiğinde televizyonun tam karşısında yayılmış, hafif çatık kaşlarıyla ekrana bakıyordu.

"Al." birasını uzattı. Sonra kumandayı alıp Cary Grant'in siyah beyaz filmlerinden birini açtı.

"Çok kalabalık mıydı?"

Omuz silkip, "Kalabalıktı." dedi Ulaş. "Ama ben sıkıldım." gözlerini ona çevirdiğinde, Emre'nin gözleri zaten üzerindeydi. "Neden?"

"Bilmem. Belki istediğim birini göremediğimdendir." kalbi minik bir atışla göğüs kafesine çarptı yine. Ağzı aralandı. İçenden 'Şöyle yapma.' diye yolladığı uyarının muhatabı kendi miydi, karşısındaki herif miydi emin değildi. O yüzden hiçbir cevap vermeden tekrar ekrana döndü.

Bir saat boyunca arada bir iki çift laf edip, filmi izlediler. Ulaş'ın bıraktığı derin bir nefesle, bakışları tekrar üzerine düşmek için çırpınan çocuğun yüzüne döndü. "Ne oldu? Filmi beğenmedin mi?"

"Bir trenin La Ciotat Garına varışı, onu da açmış olabilirdin tabii."

Emre'nin gözleri büyüdü. "İzledin mi?" diye sordu merakla.

Ulaş'ın televizyon ekranına ilgisizce bakan gözleri, kısa bir an onu buldu. Elindeki bira şişesini bacağının üstünde çeviriyordu, Emre ise soğumuş yeşil çayını içiyordu.

"Tabii ki izlemedim. Ben daha çok Bond erkeğiyim." dedi aptal bir sırıtışla. Emre'nin gözleri ah tabi ya' bakışıyla devrilip, tekrar ekrana döndü.

"Peki sen? Elinde patlamış mısırla tüm Amerikan siyah beyaz filmlerini ezberleyen bir romantik?"

Emre omuz silkti. Asıl soru, onun neden orada oturduğuydu, neden arkadaşlarıyla barda takılmak varken, yanına gelmişti? Etrafında dolandığı tehlikeli sularda parmak ucuyla gezinip duruyor, sonunda bambaşka yerlere varıyordu düşünceleri.

Ve bu arada evet, Emre tamamen bir romantikti. Zeynep'in deyişiyle aşka aşık bir serseriydi. Gülümsedi. Arkadaşına hep karşı çıkmıştı şimdiye kadar ama Ulaş sorduğunda hiç de rahatsız olmamıştı.

"Belki. Biraz." deyip omuz silkti.

"Kesinlikle. Belki." deyip güldü Ulaş. Kulağına dolan neşeli ses ile yüzünü çevirdiğinde yine göz göze geldiler.

Kesinlikle, belkiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin