ÖNCEKİ BÖLÜMÜ ATLAMAYIN AŞKOLARIM
-
"Ah. Dudağım."
Ulaş yüzünü geriye doğru çekip, bacaklarını beline sarmış olan çocuğun suratına baktı.
"Özür dilerim. Çok mu acıdı?"
Kendinden geçmiş Emre ne yaptığını biliyor muydu? Kontrolü kaybetmiş, ev kapısından girdikleri gibi üstüne atlamış, dudaklarını hırsla çekiştirmeye başlamıştı.
Ulaş gözleri kararmış bir şekilde bakan çocuğun kendine gelmesine izin vermeden hımlayarak, mesafelerini kapattı. Ellerini sardığı kalçasını sıkı sıkı tutuyordu. Sendeleyerek odaya varana kadar öpüşmeye devam ettiler.
Ayağı ile açtığı kapıdan içeri girip, yatağın üstüne doğru bıraktı çok da kibar olmayan bir şekilde Emre'yi. Hızla inip kalkan göğsüne baktı bir süre ayakta. Tam karşısında, eliyle üzerindeki kapüşonlusundan kurtulmasını işaret etti. Oturur pozisyona geçen Emre gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, tişörtüyle beraber üstündekileri çıkarıp, yere bırakmadan önce.
Çıplak gövdesinin izlendiğinin farkında dudağını dişliyor, bakışlarını buluşturmamak için parmaklarıyla oynuyordu.
Derin bir nefes sesiyle gözlerini kaldırdığında, Ulaş yavaş yavaş gömleğinin ilk düğmesine dokundu. İşkence edici bir yavaşlıkta en son düğmeye gelene kadar da birbirlerine bakmaya devam ettiler.
Her zaman sabırsız biriydi Emre. Yatak odası hariç. Ama şimdi işler değişmişti. İçinde yıllardır bastırmaya çalıştığı, henüz tanımadığı bir yönü ilk defa özgür kalmış gibi.
Ulaş gözleriyle aynı renkteki gömleği çıkarıp, yere bıraktı.
Sessiz emri alır gibi, Emre'nin elleri kotunun fermuarıyla buluştu. Yüzü cayır cayır yanıyordu ve hayır, onu böyle yakan duygu tamamen çırılçıplak kalmak üzere olması değildi. Bakışlarında başka bir şey görüyordu Ulaş'ın. Vahşi bir hayvan gibi. Hayatta kalmasının tek yolunun kendi olduğunu hissediyordu ve bu yabancı bir duyguydu. Neredeyse ilkel.
Altındakilerden hızlı aksak hareketlerle kurtulup, yandaki yorganı üstüne doğru çekmeye çalıştığında, Ulaş uzanıp engel oldu. Bileğini yakalayıp, avunun içini öptükten sonra "İyi misin?" diye sordu. Şu düşünceli hallerinin onu daha çok azdıracağına kırk yıl düşünse inanmazdı.
"İyiyim." dedi zor bela. Çıkar artık da gel' dememek için yanağını dişliyordu şimdi.
Ulaş dikleşti. Yine koyu mavilerini gözlerine dikerek, pantolonunun düğmelerini açtı. Sonra parmaklarını iki kenara geçirip, tek çırpıda kurtuldu bileklerine kadar indirdiği kumaşlardan.
Koca bir nefes Emre'nin boğazında düğümlenirken, ciğerleri acı çekiyordu. Ama beyni zevkin bilinmez ihtimalleri arasında çoktan zonklamaya başlamış, sanki o daha üzerine eğilmeden, mesafelerinin kapandığını, daha tenine dokunmadan ürperdiğini, yine dudaklarını birleştirmeden ağzının tadını, elleri ensesine tırmanmadan sırtının kasıldığını, bacaklarının arasına yerleşmeden sertliğini... bütünleştiklerini, inlediklerini... Ter içinde gözlerine bakarak, birbirlerinin yüzüne soludukları nefesleri... yumuşak, sert tüm hareketlerini, saçlarını geriye itişini, boyun köküne dudaklarını dayayıp hayvansı çıkan sesleri ve yığılışlarını... bir kaç saniye önceden hissediyordu.
Sıcak. Sanki kavurucu bir yazın ortasındaydılar. İleriden suyun hışırtılı sesi duyuluyordu. Veya yaprakların. Evet evet yaprakların. Ağaçlar dört bir yanlarını sarmış, gökyüzüne doğru uzuyordu. Kuş sesleri, ormanın kendince seslerine karışıyordu. İçinde, yüz üstü uzandığı çadırın fermuarı sonuna kadar açılmış, çenesini, dirseklerinin üstünden iki avucunun köşesine dayamış, dudakları gülümsemeyle sonuna kadar genişlemiş, az ileride ona seslenen çocuğa bakıyordu. Bakıyordu ama tam olarak söylediği şeyi anlayamıyordu çünkü mutluluk öyle bir şeydi demek ki. Yeri gelince insanı sağır eden, beyninin tam randımanlı çalışmasını engelleyen, aptallaştıran bir zehir. Ama tatlı bir zehir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kesinlikle, belki
RomanceBir adet hafif saftirik Emre ve havalı 'kazanova' Ulaş'ın romantik komedi tadında hikayesi...