Ulaş
"Sütyenimi bulamıyorum ya!"
Ne sütyenmiş ki beş dakikadır odanın altını üstüne getirmişti. Şu özgür memeler konusunu açtığında ortamın iyice gerilmeyeceğini bilse çekinmeden yapıştırırdı cevabı. Ama az önce "Hadi sen de ufaktan çıksan güzelim, biraz acelem var..." dediği hatuna şaka yapmak çok da yerinde bir fikir değildi.
"Şuraya doğru fırlatmıştın." dedi vurdum duymaz bir şekilde kapıdan tarafı gösterirken. Duş almak istiyordu ve kahveye ihtiyacı vardı. İnsanın daha kendine gelmeden başkasına maruz kalması yasaklanmalıydı.
Yarıya inmiş jaluzilerden turuncu çizgiler halindeki ışık parkelere vuruyordu. Odaya dolmuş ağır çiçeksi kokunun dağılması için üşengeç bir şekilde ayağa kalkıp yarısı örtülü camı araladı. Temiz havanın yüzüne çarpmasıyla büyükçe bir nefes aldı, henüz sokağın telaşının başlamadığı, günün ölü saatleriydi.
Üst bedeni çıplaktı. Belinden aşağı kaymış olan eşofman altını yukarı çekip, etajerin üstündeki paketin açık kısmını ağzına dayayıp, dişiyle bir dal sigara çıkardı.
"Taksi çağırır mısın bu arada. Zahmet olmazsa tabii."
Sigarayı dudaklarının arasına kıstırıp, tek kolunu kaldırarak gerindi. Neyse ki işe gitmek zorunda değildi. Günü aylaklık yaparak geçirecekti. Aklına üşüşen anıyla gülümsedi, ilerideki sıralı ağaç dallarının rüzgarda kıpırdanışlarını izlerken, onun can çekişen hallerini düşünmeye başlamıştı yine.
Nasıl da bakmıştı yüzüne. Onun o, mahallede suç üstü yakalanmış çocuksu bakışları bir türlü gitmiyordu aklından. "Alt sokakta durak var. Daha kolay olur senin için." dedi başka düşünceler arasından.
Sonra gözlerini kısarak ateşledi sigarasını ve derin bir nefes çekti. Aslında sabahın köründe sigara kokusundan pek haz etmezdi lakin bazen istisnalara kendini bırakıp, sonra pişman olacağı şeyler yapmazsa da rahat hissetmezdi.
Kız hayretler içinde aldığı cevapla kalakalmış, duyduğuna inanamayan gözlerle Ulaş'a bakıyordu. Daha çok ateşler saçıyordu diyelim.
"İnanılmaz. İnanılmaz. Lanet sütyen nerede?"
Yavaşça arkasına, tekrar odaya döndü.
"Kapının arkasına da bak. Orada olabilir." Üzerine açılmış yaylım ateşinin farkında bile değildi ki mavi gözlü. Ne gündü ama? Yirmi dört saatte olanları hoşnut bir gülümsemeyle geçirdi aklından.
"Neyse buldum."
Dalgın gözlerini boşluktan sıyırıp kıza odakladı. Sert ve fevri hareketlerle üstünü giyen kızı izlerken, yaptığı tantanaya zerre anlam veremiyordu. Adı neydi? Aylin. Ayça? Şu isimleri bir türlü aklında tutamıyordu nitekim. Olmaz ya ama bir daha denk gelirlerse yaklaşmamayı aklına not etmek en iyisiydi.
Yani tamam. Çok da haksız sayılmazdı hatun. Başka bir gün olsa, herhangi bir zaman ama o gün hariç, şimdiki gibi gevşek olamazdı belki. Pek bir performans gösterememişti gece. Üstüne üstlük sabah sarılmalarından, tam burada yüzünü ekşitti, haz etmezdi. Çok da kaba sayılmazdı lakin, katiyen sevgi pıtırcığı değildi. Hem sonradan yanlış anlaşmalara mahal vermemek için en baştan net olmak en iyisiydi.
Kız sonunda tamamen giyinip, sinirli bakışlarını üstüne diktiğinde, o pencerenin pervazına kıçını dayamış, tek kolunu göğsüne sarıp, dirseğini üstüne yaslamıştı. Dalı ağzına götürüp gözlerini kısarak bir nefes çekti. "Seni geçirmezsem kusura bakmazsın değil mi? Hala uyuyorum." diye sorduğunda, net bir "Şerefsiz." aldı karşılık olarak.
Gününde olmadığı için veya neredeyse kızı kapı dışarı ettiği için şerefsiz olmak ağırına gitmiyordu lakin. Zaten şerefsizin türlü versiyonlarını daha önce de duyduğu olmuştu. Ama daha önce kalkmayan siki yüzünden azar işittiği pek olmamıştı.
"Dikkatli git." deyip seksi bir gülümsemeyle el salladığında ise güzelce bir orta parmakla karşılandı. Çarpan kapının ardından rahat bir soluk alıp, sigarayı bir kaç izmaritin olduğu kül tablasına bastırdı.
Banyoya adımlayıp, eşofmanını sıyırdı. Alt taraflara takılan gözüyle başını hafifçe iki yana salladı. "Ne oluyor kanka?" diye mırıldandı kendi kendine.
Halbuki böyle anlaşmamışlardı. Kendi kendine gülüp, duşa adımladı.
Çıplak ayaklarını sürüyerek salona geçtiğinde biraz daha ayılmıştı. Kendini koltuğa bırakıp, kafasını sırtına yasladı. Ne gündü ama! Hele gecesi başka hikaye. Elini yüzüne götürüp kısık kısık güldü. Daha önce, çok içtiği bir kaç kere hariç, aşağıdakiyle problem yaşadığı pek olmamıştı. Ama kafası bir şapşikle doluyken de bir türlü kaldıramamıştı.
Aslında işe ilk kalkıştığında, buluşmaya geleceğinden bile emin değildi. Hatta kitap kurdunun Emre çıkacağına dair şüpheleri onu, o barın önünde soğuktan kızarmış burnu ve kaşlarının altına kadar çektiği bereyle görene kadar da devam etmişti. Evet daha önceki karşılaşmalarında ara ara şüphelendiği doğruydu. Bazen kaçamak bakışlarını üstünde yakalıyor, ne zaman göz göze gelseler, hızla gözünü kaçırmasıyla içten içe keyifleniyordu. Her şey bir yana kız arkadaşı vardı. Gülriz. Evet kızın adını net hatırlıyordu. Ayrılmışlardı demek ki. Kendi kendine sırıttı. Kolunu alnına dayadı. Bir şansı olduğu ummak başkaydı, o şansın ucundan yakalamak başka.
Bir süredir kullandığı uygulamada denk gelmiş olmaları mucize gibi bir şeydi sonuçta. Profil fotoğrafına her zaman gittiği kafenin fincanını ve en sevdiği kitap olduğu cümle alem tarafından bilinen Dickens'ın romanını koyacak kadar saf yalnızca bir kişi olabilirdi. Yine de ilk mesajı atana kadar pek ihtimal vermemiş, kabul etmesi çok kolay olmasa da biraz umutlanmıştı. Emre gibi birinin böyle bir şeye cesaret etmesinin verdiği şaşkınlığı hala tam olarak üzerinden atamamıştı.
Lakin gönderdiği ilk mesaja, düşündükçe omuzları titreyerek gülesi geliyordu, doğrulup telefonu aldı ve eski yazışmaları açtı. 'İkimiz de Dick'ten geliyoruz.'a getirdiği aşırı yerinde girişin üstüne, sinirli surat emojisi gönderen kitap kurdu, sonra 'beyefendi birbirimize uygun değiliz.' diye yazmıştı.
"Aptalların en tatlısı." ayağa kalkıp mutfağa geçti. Kendine güzelce bir kahve yaparken, kahvaltı niyetine, sandalyeye bıraktığı hırkasını giyindi.
O cümleyle çözmüştü işte. Beyefendi mi? Kahkaha atası geliyordu. Tam da Emrelik bir cevaptı çünkü. Hatırlıyordu, mesela barda arkadaşı Zeynep'in karıştığı bir kavgada da araya girip, henüz liseli olduğunu tahmin ettiği bebeye, 'Beyefendi sakin olun, makul bir şekilde konuşalım.' demişti ve arkadaşlarının, galiba adı Anıl'dı, çocuğun attığı yumrukla konu makul zemine taşınıp aynı hızla kapanmıştı mesela.
Sonrası çocuk oyuncağıydı. Çünkü damarına bastıkça ilgisini çekeceğinden emindi. Tipik taktik herkeste işe yarıyordu. Sonunda randevuyu kapıp, gerçekten karşısına çıktığında kısa bir süre de olsa dilinin tutulduğunu inkar etmeyecekti.
"Yandın sen kitap kurdu." dedi kendi kendine.
Bu işin peşini bırakmaya niyeti yoktu. Tam bu sırada kahvesi oldu. Sıcacık güzel kokuyu içine çekerek, sıvıyı kupaya boşalttı. Biraz nefes alması için, olanları sindirmesi için ona fırsat verecek, sonra elinden geleni ardına koymayacaktı. Bir yudum aldı kahvesinden. Şimdiye kadar birinin peşinden koştuğu görülmemiş şeydi. Ama Emre buna değerdi. Aşık falan olduğu için değil ama inkar edilmez bir çekim duyuyordu ona karşı. Daha önce hiçbir kadına ve erkeğe karşı duymadığı bir çekim.
Belki eskinin, çocukluğunun anılarının yansıttığı bir nostalji kafası yaşıyordu. Çok da mühim değildi zira. Gelişine, kafasına göre bir yol bulup, kendine ufak bir ziyafet sunmaktan kıyamet kopmazdı sonuçta. Dudakları fincanın üstünde kıvrılmış, verdiği karardan memnun bir ifadeyle kahvesinin keyfini, dikildiği mutfak camının önünde sürmeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kesinlikle, belki
RomanceBir adet hafif saftirik Emre ve havalı 'kazanova' Ulaş'ın romantik komedi tadında hikayesi...