0.3: Sea and two teenage.

74 13 7
                                    

Slm 🌊

×××

Oturduğu yerden coverladığı şarkıyı gitarıyla çalarken bir süre sonra Daniel'in uyanmaması için bırakmıştı. Adeta bir organına dönüşen gitarını kılıfına koyup fermuarını çektikten sonra gevşek adımlarla merdivenlerden çıktı. Odasındaki askılıkta asılı siyah ceketi omzuna doğru attıktan sonra Daniel'in odasının kapısını yavaşça araladı. Çoktan uyumuş olan abisini gördüğünde kapıyı yavaşça geri kapattı. Onca sese rağmen uyanmamış olmasına şaşırmış bir şekilde aşağı geri indiğinde anahtarınıda alıp dışarıya çıktı.

Tamirhane gerisinde kaldığında boş Sidney sokaklarının sonunda sahile ulaşmıştı. Neredeyse gelen kış kendini belli ederken ceketinin fermuarını sıkıca kapatıp beresinin üzerine kapüşonunu geçirdi.

"Amma da serinmiş."

Kendi kendine söylendiğinde tahta banklardan birine oturup dizlerini kendine çekip başını yasladı. Daniel'dan uyandığında onu bulamadığı için bir ton azar işitecekti ama canını yaktığı söylenemezdi. Hafif hafif esen rüzgara karşı beresini açıp saçlarının arasına girmesine izin vermişti. Soğuk rüzgar yaşadığını hissettirirken üşümeyi umursamadan oturdu orada. Düşündü çok kez. Annesini, babasını, kendisini ve daha birçok şeyi hatırlıyordu. Oğlu ile beraber küçük bir çocuğa dönen babasını özlüyordu en çokta.

Donan parmak uçlarını cebine atıp telefonunu çıkartıp arama rehberine girdi. Soğuk yüzünden parmakları ağır ağır hareket ederken 'Mama' yazılı kısımda durakladı. Arasa açar mıydı bilinmez ama Chris sadece annesini istiyordu, eski şevkatli annesini. Birazda saçlarında gezinen sıcak elleri.

Ağlamamak için kendini sıkarken boğazındaki yumru canını fazlasıyla yakıyordu. Annesinin numarasına tıkladığında telefonu kulağına götürüp beklemeye başladı. Saniyeler geçerken eliyle boğazındaki yumruya bastırdı. Bu baskı canını daha acıtırken cevaplanmayan araması kapanmıştı. Olsundu. Yine de denemişti, sabah göreceğini düşünüp tekrar aramamıştı.

Soğuktan kızaran parmak uçlarını cebine attığında boşluk ile karşılaşıp derince iç çekti. Son zamanlarda içindekiler dışarıya firar etmek istermiş gibi çokça iç çekiyordu. Otuzlarında yanlış bir evlilik yapıp çocuklarına bakmak zorunda olan bir adam gibi hissettiriyordu tıpkı.

Yorgun bedenini banktan zorlukla kaldırdığında bir süredir ağzına takılan Palaye Royale şarkısını mırıldanarak yakında bir market bulma umuduyla yürümeye başladı.

"We live, we die, the lifeless stars shining in the dark."

Elleri eşofmanının ceplerinde biraz daha yürüdükten sonra karşı caddede hala ışıkları açık market görüş açısına girmesiyle caddeyi kontol edip karşı tarafa geçti. Demir tutacaktan kapıyı içeriye doğru ittirip kasaya ulaştığında karşılaştığı genç ile kaşları havalanmıştı. Doğru ya markette çalıştığını söylemişti.

"Ah, selam."

"Selam, Marlboro red verebilir misin?"

Utana sıkıla söylerken Changbin arkadaki cam dolabı açıp içinden paketi çıkardı.

"Bu biraz ağır değil mi sence?"

Karşısındaki genç dudaklarını birbirine bastırmış paketi ona uzatırken konuşmuştu. Cebindeki son parayı da sigara için uzattığında paketi alıp cebine attı.

"Bazı şeyler bu paketten daha ağır Changbin" dedi sona doğru burukça gülümserken. Şimdi fark ediyordu saat neredeyse on bir olmuştu ve bu çocuk hala çalışıyordu. Para üstünü uzatan çocuğa dikkatle bakıp parayı aldı.

A STAR IS BORN | [chanchang]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin