XIV.BÖLÜM:

17 17 0
                                    

Aylar gelip geçiyordu. Geleceğimizin dram ve trajedisine henüz vakit varken biz de bu arada kabuklarını kırdığımız yemişlerle yaşayıp gidiyorduk. Hatırlıyorum da o yıl kabuklu yemiş ne kadar boldu. Sukabaklarımıza yemişleri doldurup kırma yerlerine götürürdük. Kayaların arasındaki oyuklara koyar, elimize bir taş alıp kırar, sonra da hemen ağzımıza atardık.

Bittle'la birlikte uzun ve maceralı seyahatimizden döndüğümüz yılın güzüydü, ardından gelen kış da ılımandı. Sık sık benim eski ağaç evin bulunduğu bölgeye gidiyor, yabanmersini bataklığıyla Bittle'la birlikte su üstünde hareket etmeyi öğrendiğimiz göletin ağzı arasındaki araziyi sürekli araştırıyordum, ama Tina'nın izine rastlayamadım. Yer yarılmış, içine girmişti sanki. Oysa ben onu istiyordum. Daha önce de anlattığım gibi midem doluyken bile onu düşünürken fiziksel açlık olarak hissettiğim bu açlık beni zorluyordu. Ama bütün aramalarıma rağmen bir sonuç elde edemedim.

Bununla beraber mağaralardaki hayat hiç de tekdüze sayılmazdı. Öncelikle Kauron'a dikkat etmemiz gerekiyordu. Bittle ve ben küçük mağaramızda olduğumuz anlar dışında bir an bile huzur bulamazdık. Mağaranın girişini genişletmemize rağmen yine de içeri girerken zorlanıyorduk. Arada sırada ihtiyaç oldukça yine genişletmemize karşın hâlâ Kauron'un o koca vücudunun sığamayacağı kadar dardı. Gerçi Kauron bir daha mağaramızı hiç basmadı. Dersini almıştı; attığım taşın boynunda isabet ettiği yerdeki koca şişkinlik hâlâ duruyordu. Uzaklardan bile görülebilecek ölçüde büyük olan o şişkinlik hiç inmedi, öylece kaldı. Kendi ellerimle becerdiğim bu işi seyretmekten büyük zevk alır, hatta bazen, güvenli bir yerdeysem, o şişkinliği gördükçe gülerdim.

Gerçi Bittle'la beni herkesin gözünün önünde parça parça etse yardımımıza kimse koşmazdı ama Halk, Kauron'a karşı bizi tutuyordu. Bu duygu, büyük olasılıkla bize yönelik destekten çok ona olan nefreti ifade etmenin bir yoluydu ama nedeni ne olursa olsun, Kauron yaklaştığında bizi uyarıyorlardı. İster ormanda, ister su içme yerlerinde, ister mağaraların önündeki açıklıkta olsun, hemen uyarılıyorduk. Böylece uzak atalarının zamanında çakılıp kalmış olan Kauron'la aramızdaki kan davasında bir sürü göze sahip olmanın avantajını yaşıyorduk.

Bir keresinde Kauron beni neredeyse yakalıyordu. Sabahın erken saatleriydi, Halk daha uyanmamıştı. Tam bir sürpriz saldırıydı. Mağarama çıkarken yolumu kesti. Daha ne olup bittiğini anlamaya fırsat bulamadan hemen ikili mağaraya daldım, hani Bittle'ın kaçıp benden paçasını kurtardığı; Halk'ın iki üyesini avlamaya çalışırken Alfred'in bozguna uğradığı mağara. İki mağara arasındaki geçitten geçtiğimde Kauron'un beni takip etmediğini gördüm. Ama hemen sonra doğrudan bulunduğum mağaraya saldırdı. Ben geçitten bu sefer öbür mağaraya kaçınca o da dışarı çıkıp öteki mağaraya girip beni yakalamaya çalıştı. Benim tek yaptığım, geçitten tekrar öteki mağaraya geçmek oldu.

Sonunda peşimi bıraktığında aradan yarım gün geçmişti. O günden sonra da Kauron ortaya çıktığında ikili mağaraya varacağımız kesinse kendi mağaramıza saklanmak için en yukarılara kadar tırmanmamıza lüzum kalmadı. Yapmamız gereken tek şey gözümüzü Kauron'dan ayırmamak ve kaçış yolumuzu kapatmadığından emin olmaktı.

Kauron o kış, son karısını taciz ve sürekli dayakla öldürdü. Uzak atalarının zamanından ileri gidememiş, ilkel biri olduğunu söyleyip duruyorum ya, aslında bu olay daha da beterdi, çünkü daha aşağı seviyede olan hayvanlar bile dişilerine böyle kötü davranmaz, onları öldürmez. Bu açıdan baktığımda atalarının zamanından beri ilerleme kaydedememiş olmasına rağmen Kauron'u insanoğlunun habercisi olarak görüyorum çünkü sadece insan türünün erkeği dişisini öldürür.

Beklendiği gibi karısı elden gidince Kauron kendisine yeni bir dişi bulmaya karar verdi ve Singer'i seçti. Singer, ihtiyar Ilius'un torunu, Han'ın kızıydı. Gencecik bir dişiydi, en sevdiği şey alacakaranlıkta mağarasının ağzına oturup şarkılar söylemekti. Yenilerde de Coldy ile eşleşmişti. Son derece sakin ve sessiz birisi olan Coldy'nin etrafındakilerle ağız dalaşı bile yaptığı görülmemişti. Savaşçı biri değildi. Ufak tefek, ince yapılıydı ve bacaklarını bizler kadar etkin kullanamıyordu.

İÇGÜDÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin