Gülmemiz bittikten sonra kaldığımız yerden daldan dala uçmaya devam ettik ve yabanmersini bataklığına gidip kahvaltımızı ettik. Burası yıllar önce, annemle birlikte dünyadaki ilk seyahatimi yaptığım yerdi. Aradan geçen zaman içinde annemi çok az görmüştüm. Mağaralarda yaşayanları ziyarete geldiği zaman ben genellikle uzakta, ormanda olurdum. Bir iki kere bizim oradaki açıklıkta Gridam'ı uzaktan görmüş ve mağaramın ağzından suratımı çarpıtıp buruşturarak onu kızdırma keyfine nail olmuştum. Bu tür hoşluklar dışında ailemden tamamen kopmuştum. Onlarla pek ilgilenmiyor, kendi kendime gayet güzel geçinip gidiyordum.
Bittle'la birlikte yemişlerimizi yedikten sonra, elimizde tatlı niyetine iki yuva dolusu kabukları çatlamış bıldırcın yumurtası, etrafı kolaçan ede ede ormanın içinden nehre doğru yürümeye başladık. Gridam'ın beni yere düşürdüğü bizim eski ağaç ev buradaydı. Bizimkiler hâlâ oradaydılar. Üstelik aile biraz daha büyümüştü. Küçük bir bebek anneme sıkıca sarılmıştı. Bir de alt dalların birinden dikkatle bizi izleyen biraz büyümüş bir kız vardı. Belli ki benim kardeşim, daha doğrusu üvey kardeşimdi.
Annem beni tanıdı ama ağaca çıkmaya yeltenince uzak durmam için uyardı. Her zaman benden çok daha sakıngan olan Bittle ise zaten uzaklaşmıştı, onu yanıma gelmeye ikna edemedim. Ancak günün ilerleyen saatlerinde kız kardeşim ağaçtan indi. Oradaki ve etraftaki ağaçlarda çılgınca hoplayıp sıçrayarak bütün öğleden sonramızı oyunla geçirdik. Sonra da belamı buldum. Gerçi kendisi benim kız kardeşim oluyordu ama bu durum bana kötü muamele etmekten onu alıkoymuyordu, çünkü Gridam'ın bütün hırçınlığı ona da geçmişti. Küçük bir öfke nöbeti sonrasında birden bana saldırıp oramı buramı tırmaladı, saçımı çekip küçük ama sivri dişlerini koluma geçirdi. Sonunda zıvanadan çıktım. Bir tarafını sakatlamadım ama kıçına şaplaklar atarak onu öyle bir dövdüm ki hayatta böyle dayak yememiştir.
Nasıl da ciyak ciyak bağırdı, çığlıklar attı. Bütün gün uzakta olan Gridam ise tam o sıralarda dönüyormuş, sesleri duyunca koştura koştura geldi. Annem de bu tarafa seğirtiyordu ama Gridam daha önce geldi. Tabii ki Bittle'la ben onun gelmesini beklemedik. Hemen tabanları yağladık. Gridam, ağaçların üzerinde hayatımızın kovalamacasını tattırdı bize.
Kovalamaca bittiğinde Bittle'la durup kahkahalarımızı attıktan sonra bir de fark ettik ki alacakaranlık çökmüş. Gece bütün dehşetiyle üstümüze çökerken mağaramıza dönmemiz söz konusu bile olamazdı. Kauron bunu imkânsız hale getiriyordu. Öteki ağaçlardan biraz uzakta duran bir ağaca sığınıp yüksekteki bir çatalda o geceyi geçirdik. Berbat bir geceydi. İlk birkaç saat boyunca sağanak yağmur yağdı, sonra hava soğudu ve dondurucu bir rüzgâr çıktı. Sırılsıklam olmuştuk, dişlerimiz takırdayıp tir tir titrerken birbirimize iyice sokulup sarıldık. Vücudumuzun hararetiyle hemen ısınan küçücük ve kuru mağaramızı özlemiştik.
Sabah bizi perişan ama kararlı bir halde buldu. Bir daha asla böyle bir gece geçirmeyecektik. Büyüklerimizin ağaçlara yaptığı sığınakları hatırlayıp biz de kendimize ağaçta bir barınak yapmak üzere çalışmaya başladık. Derme çatma yuvamızın iskeletini kurduk, onun üzerindeki çatal dallara da birkaç tavan kirişi koyduk. Sonra güneş çıktı ve onun o yumuşatıcı etkisi sonucunda gece çektiğimiz sıkıntıyı unutup kahvaltılık bir şeyler bulmaya yöneldik. O günlerde eylemlerimizle sonuçları arasında bağlantı kurma konusunda ne kadar eksik olduğumuzu anlayın diye söylüyorum, bundan sonra da oyuna başladık. Aralıklı çalışmalarımız sonucunda ağaç evimizi bitirmemiz bir ay kadar sürmüş olmalı, ama bitirdikten sonra bir daha da kullanmadık.
Durun biraz, hikâyemde yine fazla ileri gitmişim. Mağaralardan uzaktaki ikinci günümüzde kahvaltımızı ettikten sonra oyuna başlamıştık ya, Bittle önde, ben arkada daldan dala nehre doğru gidiyorduk. Yemiş bataklığına doğru giren nehrin, büyükçe bir gölet oluşturduğu bir yere geldik. Ağzı hayli geniş olan bu gölette hemen hemen hiç akıntı yoktu. Göletin hemen ağzındaki durgun suda birbirine girmiş ağaç kütüklerinden oluşan bir yığın vardı. Bu kütüklerin bir kısmı taşkın sularca yıpratılıp aşındırıldıktan sonra göletin kumlu sahiline vurmuş, uzun yazlar boyunca orada durmuş, iyice kurumuş, dalları kırılmıştı. Şimdi suyun üzerinde yüzüyor ve üzerlerine ağırlık verdikçe batıp çıkıyor, suyun içinde dönüyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İÇGÜDÜ
Ficción GeneralVoodo İnsanları ile Yeşil İnsanlar arasında olan çatışmalar, Paul'un Tina'ya olan aşkı, acımasız Kauron, vahşi Alfred ve diğerleri... Fazla değil, sadece birkaç milyon yıl öncesine yolculuk yapacaksınız, bakalım o ilkel tarihlerde atalarımızın yaşay...