1 YIL SONRA...
Norveç adındaki bu devasa ülkenin tek bir kral ve kraliçesi var artık. Seneler süren ve birbirine hükmetme çabasıyla yok olup giden onlarca kabileden sonra Kral Connor ve eşi Kraliçe Victoria, bütün halklara boyun eğdirmeyi başardılar.
İngiltere'nin yoksul köylerinden birinden gelme olan kraliçe tanrıların en sevgili kuluydu ve bunu bütün ülkeye kanıtlamıştı. Tanrılar onun için yeryüzüne inmiş ve bütün klanlara silahlarını bırakmalarını emretmişlerdi. Bunu yapmayan reisler ise tanrıların gazabı ile karşılaşmışlardı.
Ülkenin her yerinde kraliçenin bizzat elinden çıkmış olan heykeller vardı. Özellikle Uppsala'da. Tanrı Odin, Tanrıça Frejya, oğulları Thor ve geri kalan altı tanrının tamamı bir sene içinde tamamlanmış ve evlerindeki yerini almışlardı.
Vikinglerin, Tanrıların Yeryüzüne İndiği Gün olarak tabir ettiği her sene on beş kasımda adlarına ayinler yapılıyordu. Kral ve kraliçe onları memnun etmek adına Uppsala'ya gidiyor ve saygılarını sunuyorlardı. Bu aynı zamanda ilk savaşlarını kazandıkları gündü.
Dört krallık dağılmışlardı. Kral Teran ve Kral Gonut ölmüştü. Kral Teran'ın eşi ve oğlu ise herhangi bir ayaklanma çıkarmama karşılığında sıradan halktan biri olarak yaşamaya devam ediyorlardı. Kraliçe Victoria, onların özenle bakılmasını istemişti ki çok geçmeden Rick, kadınla evlenme kararı almıştı.
Anna, Kral ve Kraliçenin danışmanıydı ve onlar yokken fahri yöneticiydi. Bu işi de çok iyi yapıyordu. Cnut ve Rollo ise baş komutan görevine getirilmişti ki kimsenin buna bir itirazı yoktu.
Rollo'da bir ara romantik hayallere kapılıp evlenmeye karar vermişti ama henüz kutlama gecesi gelin adayı aldatılınca bundan hiç memnun kalmamıştı. Sonuç olarak Connor, kan davası çıkmaması için olaya el atmak zorunda kalmış ve Rollo uzun bir süre hadım edilme korkusuyla yaşamıştı.
Victoria'ya göre bu onun için yeterli bir cezaydı. Erkekliğini kaybetmektense ölmeyi tercih edeceği belliydi ki uzun süre bunun baskısıyla yaşamıştı. Connor hatırladıkça hala gülüyordu.
Connor ve Victoria, ilk oğullarını kucaklarına alalı henüz çok kısa bir zaman olmuştu. Üç aylık olmuş olan Alistar kesinlikle çok fena bir çocuk olacağını şimdiden belli ediyordu. Victoria'nın güçlerine sahip miydi henüz kimse bunu bilmiyordu ve öğrenmeleri için daha çok zaman vardı.
Eğer Alistar, bu güçlere sahipse Victoria memnuniyetle ona nasıl kontrol edeceğini öğretecekti. Eğer değilse de fark etmezdi zaten o zaman da ona nasıl heykel yapabileceğini ya da nasıl resim çizeceğini gösterecekti. Bir şekilde kendisi gibi sanatçı ruhu olduğuna inanıyordu.
Sanat bu ülkede pek yoktu. Dahası kraliçenin heykellerini koruyucu gardiyanlar olarak görüyorlardı. Ancak yine de bazılarının güzelliğine hayran duymamak imkansızdı.
Helga, Denar ve Asslug'a gelince...
Onların her biri birer ibretti. Victoria, bu konuya karışmamaya özen göstermişti. Ancak kocasının verdiği kararlardan yana olan memnuniyetini gizleme gereği de görmemişti.
Denar, kan kartalı adı verilen son derece acımasız bir yöntemle cezalandırılmıştı ki bu cezayı bizzat Connor'ın vermesi gerekiyordu yasalar gereğince. Victoria, o süre boyunca asla dışarı çıkmamıştı çünkü kaburgaları kesilmiş ve organları ortada olan adamın halini görmeyi midesi kaldırmazdı.
Helga ve Asslug, şehrin içinde birer kafese kapatılmışlardı. Büyük bir direkten sallandırılan kafeslerde aç ve susuz bir şekilde günler geçmişti. İki deli kadında en sonunda öldüklerinde kimse onların arkasından üzülmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRILARIN ELÇİSİ
FantasyVİCTORİA, HRİSTİYANLIĞIN EN YÜKSELDİĞİ VE SANATIN TAMAMEN YASAK OLDUĞU DÖNEMDE HAYATTA KALMAYA ÇALIŞAN BİR HEYKELTRAŞTIR. TEK ARZUSU HEYKELLERİNİ ÖLÜM KORKUSU YAŞAMADAN GİZLENMEDEN YAPABİLMEK VE DÜNYAYI DAHA GÜZEL BİR YER HALİNE GETİRMEKTİ. ANCAK Kİ...