İSTANBUL - GOLD ROSE CASİNO
22.45
Kumarhaneye geleli neredeyse bir saat olmuştu. İçimde, kazandığım her elin ardından beliren o tanıdık boşluk vardı. Kazançlarım artık heyecan vermiyordu, oyunlar ise sıradanlaşmıştı. Adımlarım, neredeyse içgüdüsel bir şekilde köşedeki bara doğru yöneldi. Gözümün ucuyla kapıda dikilen Mikhail'e baktım. Başını hafifçe eğdi, sessiz bir güven işaretiydi bu, "Sorun yok, devam et," diyordu sanki. Kalabalık, etrafımı sarıyordu ama içimdeki yalnızlık her şeyden baskındı. Gürültü, içimdeki sessizliği daha da derinleştiriyordu.
Gece, karanlık... İkisini de hiçbir ışığa değişmezdim. Bu saatlerde yıldızlar bile gökyüzüne yabancıydı, sanki uzaklardaki kaybolmuş hikayelerin parçaları gibi sessizce asılı duruyorlardı. Yetiştirme binasından gelen bir alışkanlıktı bu belki de. Karanlık, beni saklayan bir perde gibiydi; içinde kaybolup görünmez olabiliyordum. Gecelerin loş örtüsü altında, gardiyanların tetikte gözlerinden kaçmayı öğrenmiştim. Baykuşlar gibi sessiz, yalnız, ama uyanık... O anlarda, karanlığın beni sarıp koruduğunu hissederdim. Sığınabileceğim tek güvenli limandı bu, her şeyin karmaşasından kaçışım.
Bardağı elime aldım, buzlu viskimi yudumlayarak kendimi anın ağırlığından bir an olsun uzaklaştırmaya çalıştım. Ancak zihnim her daim tetikteydi, huzursuz bir bekleyiş içindeydim. Bir işaret verdim barmene, "Aynısından lütfen," dedim, kelimeler ağzımdan yorgun bir tonla döküldü. Viski tekrar önüme konduğunda daha ağır hareketlerle dudağıma götürdüm bardağı, her bir damlasını sindirircesine... Ama henüz bitirmeden yavaşça masaya bıraktım. Beklemek işkenceydi. Plan sarpa sarıyordu. Bu adam neredeydi? Her şey yolunda gitmezse, bu gece yalnızca büyük bir zaman kaybına dönüşecekti.
Kendi kendime mırıldanarak iç sesimi dizginlemeye çalıştım, "Sabırlı ol... Sabırlı ol..." Her şey yolunda gitse bile içimdeki huzursuzluk, durmadan zihnimi kemiriyordu. Oynamam gereken roller vardı, yapmam gereken seçimler... Ama bu gece, o karanlığın içinden çıkacak bir ipucu bekliyordum. Ve karanlığın bana onu vereceğinden emindim.
Kulağımdaki kulaklıktan Mikhail'in sesi yavaşça süzüldü, her kelimesi tıpkı bir fısıltı gibi, gerilimi daha da derinleştiren bir yankı bırakarak zihnimde yer etti. "Az önce biri arka kapıdan girdi," dediği an, yüzümde yarım bir gülümseme belirdi. O anı bekliyordum. Sinsice havada asılı duran bir elektrik vardı, görünmez bir şimşek gibi çatırdayan. Adımlarını duyamasam da, içgüdülerim varlığını hissediyordu. Bir piyon değil, oyunu tersine çevirebilecek bir hamleydi bu.
Derin bir nefes aldım, viskinin serinletici etkisini hala dudağımda hissediyordum. Kendime, sakin kalmam gerektiğini hatırlattım, ama içimdeki heyecanı bastırmak zordu. Bu adam kimdi? Bir sır mı taşıyordu, yoksa yalnızca boş bir tehditti? Karanlık sahnenin arkasında bu kadar sessizce beliren biri, her zaman bir şeyler saklardı. Yılların bana öğrettiği bir şey varsa, o da sessiz gelenlerin her zaman daha büyük bir fırtına koparacağıydı.
Kulaklığa hafifçe dokundum, neredeyse düşünmeden, Mikhail'e talimat vermek için. "Gözlerini ondan ayırma," dedim kısık bir sesle. Cümlemin ucunda kararlılık vardı; Mikhail bu tür işaretleri iyi bilirdi. Sözlerimi bitirir bitirmez, Mikhail'in hafif bir onay mırıltısı geldi; sessiz, güvenilir, disiplinli bir gölge gibi görevine sadıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆
ActionÖLÜMLÜLERİN KRALLIĞI 1: 𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆 "Savaş, her şeyin babası ve kralıdır: bazılarını tanrı, bazılarını insan yapar; bazılarını köle, bazılarını özgür kılar," "Polemos" sizi, ihanet ve sadakatin, savaş ve barışın, aşkın ve acının iç içe geçtiği u...