"Bir tabancaya iki mermi sığdırdım. Biri benim biri senin içindi. Sevdiğinden emindim, korktuğum ihanetti. Ölümün soğuk elinde yanan bedenler ihanetin yaktığı hiçbir ateşle üşümezdi,"
İSTANBUL - YERGİ HASTANESİ
21.30
Ölüm neydi? Savaşın en yakın dostu muydu? Yoksa araç olan silahlar mı? Ölüm sebeplere muhtaç mıydı? Yoksa ölümün kendisi muhtaçlık mıydı? Cevabım belliydi; Hepsiydi.
Ölüm bendim, ölüm tüm sebeplerin, tüm savaşların ve tüm silahların sahibi olan kişiydi; Atmaca'ydı.
Baktığım beyaz mermer zemin, yansımama ev sahipliği yapıyordu. Berbattı. Tipim acı bir film gibiydi. Üç gündür. Tam üç gündür uykusuz ve dengesizdim. Ölüm hiç beklemediğim kişilere uğramıştı. Birini almış, bir diğerini ölüme bile muhtaç kılmıştı.
Genç bir kadın vardı. Odada cansızca yatıyordu. Uyandığı zaman ona söyleyecek tek kelimem yoktu. Artık bir ayağı olmadığı bir insana nasıl söylenirdi? Parçalanmış parmaklarından ikisi, yalnızca ikisi geri dikilebilir haldeydi. Artık bir elinde yalnızca iki parmağı vardı. Resimle yaşayan birine, bir daha fırça tutamayacağını nasıl söyleyebilirim ki?
İki kat aşağıda bir ceset vardı. Başında bir adam. Öksüz kalmanın acısını derinlerinde hisseden bir adam. Ağlayamıyordu, gözünde tek damla yaş yoktu. Ama gözleri gizli bir yas tutuyordu. Morgun önünde uyuyup uyanıyordu. Orada olduğunu biliyordum. Yanına gidemesem bile biliyordum.
İki oda ötede bir adam daha vardı. Kurtarmak için gittiği evde, koruyamadığı sevdiğini kanlar içinde bulan. Parçalanmış uzuvları ile onu hastaneye taşıyan. Kurtaramamanın acısı ile baş edemeyerek yere yığılan.
Ve ben vardım. Bu haberleri duyup yalnızca koşan. Koştuğu yol kilometrelerce olan. Acıyı en derininde binlerce kez hisseden. Tutabileceği bir el olmadan. Öfkesi ile seksen adamını öldüren. Onu koruyamayan seksen adamı kurşuna dizen. Bir ben vardım ayakta, intikamı düşleyen. Bir ben vardım, yanmış parçalanmış cesetler hayal eden.
"Hanımefendi! Arkadaşınız uyandı." dedi, beyazlar içindeki bir kadın. Hemşire olmalıydı. Gözlerim net görmüyordu. Kapandığı an tekrar açılmayacağından emin olduğum bir çift göze sahiptim. Uzun zaman oluyordu.
Araz uyanmıştı. Piç herif tam iki gündür baygındı. Geldiğimde kanlar içindeydi. Yalnızca "Öldürün beni" diyordu. İki eli sıkı sıkıya kapalıydı. Ancak bayıldığı zaman anlamıştım avucunda kardeşimin kopmuş parmaklarını taşıdığını.
Açtığım kapı ile şiddetli bir ağlama sesi etrafımı sardı. Araz hastane yatağında dizlerini kendine çekmiş ağlıyordu.
Onu ilk defa çocukluğumuzdaki gibi ağlarken gördüm. Koca adam ağlıyordu. "Araz" dedim, çatallaşmış sesimle. Başını kaldırmasa bile artık sarsılmıyordu.
Yanına yaklaştım usulca. Başını çok az kaldırarak kanlı gözlerle bana baktı. Babasının ölümünde bile onu böyle görmemiştim. Avuçlarını hala sıkıyordu. Sanki düşürecekmiş gibi çarşafı sıkı sıkıya tutuyordu.
Yatağa oturarak elimi saçlarına daldırdım. Bana öyle bir hızla sarıldı ki, adeta ona çarptım. "Topla kendini." dedim, ağlamak üzereydim. Aslında istediğim bu değildi. O çoktan tekrar titremeye başlamıştı. Titremeleri, inlemeye dönüştü.
"Canı çok acımıştır." dediğinde, artık kendimi tutamıyordum. "Onun fırça tutan parmaklarını koparmışlar Ilgın" sesi acı içindeydi. "Yetişemedim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆
ActionÖLÜMLÜLERİN KRALLIĞI 1: 𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆 "Savaş, her şeyin babası ve kralıdır: bazılarını tanrı, bazılarını insan yapar; bazılarını köle, bazılarını özgür kılar," "Polemos" sizi, ihanet ve sadakatin, savaş ve barışın, aşkın ve acının iç içe geçtiği u...