"Beyaz kâbuslar, soğuk bir sabahın ışığında kaybolmaya mahkumdur. İçine çektiğin her nefes kâbusları ciğerlerine doldurur. İşte rüya ve kâbus arasındaki en basit fark budur,"İSTANBUL
14.30ILGIN,
Görünürde önümde iki yol vardı. Ya şüphe edecektim. Yada ilk defa birine gerçekten herkesten çok güvenecektim. Fakat kimsenin bilmediği kestirme bir yola sahiptim. Şüphe ettiğimi belli etmeden güvenecektim. Belki şüphe ettiğimi kendim bile unutacaktım. Varsın öyle olsundu.
İhanet DNA'm da bir yerlerde yuvalanmış tetikte bekliyordu. Öylesine sinsiydi ki baktığım ela gözler bile onunla girdiği savaşta galip gelemezdi.
"Anlat, dedim. "Benimle ilgili ama benim bilmediğim yeni hikayeleri anlat bana Pars Doğan."
Gözleri yenilgiyle kapandı. Güvensizliğimi hissediyordu. Ona tam olarak güvenmem mi gerekirdi? İyide bunu neden yapmalıyım?
Hayatımdaki kaç insan bunun karşılığında bana istediğimi vermişti?
Hiç. Koca bir hiç. Güven eninde sonunda, ister yavaş ister hızlı olsun kırılır ve yerini ihanetin sessiz sıcağına bırakır. Hiçbir güven asla ama asla kırılan bu güveni tamir edemez.
Bana ailem ihanet etmişken, bana deli gibi aşık olduğunu bildiğim bir adam beni en yakınım ile aldatmışken ben nasıl olurda bir çift ela göze inanabilirdim?
"Seninle ilgili hikayeler yalnızca küçük bir çocuğun hayalleri Ilgın. Sen benim hayal ettiğim tek mutlu sonsun..."
Bu cümledeki acı nereden sızıyordu kalbime? Sızlatıyordu canımın ta içini. "Aklıma kastın var be adam, kalbimse çoktan yenik düştü."
"Ne aklına ne kalbine kastım var. Sadece sana adanmış bir hayat ve senden sonrasına karanlık bir kalbim var."
"Kalbine söyle, sırlarla dolu bir kalbe güvenmeyi yıllar önce bıraktım. Bir kalpte sır ve güven birlikte kalamaz."
Gözlerim elinde hala resmimi tutan Barutçu' ya kaydı. Konunun MIT ile bağlantısı neydi? Onun burada MIT'i temsil ettiğini biliyordum. MIT benim eski dostum sayılırdı. Çoğu zaman onlarla iş birliği içinde olduğum düşünülüyordu. Bazı konularda öyleydi.
"Sen anlat Barutçu. Bu resimde yerim neresi?" Yüzünde alışkanlık ettiği sinsi ifade oluşurken, içim hala Pars'ın bir çift gözünde takılı kalmıştı. Benden çok şey saklıyordu. Hala yan yana olmamız, üstelik onun hala yaşaması tuhaf bir durumdu oysa ki.
Barutçu, arkasında duran tabloyu alayla gösterdi. Tek kaşı soru sorar gibi havalandı. "Böyle astığıma bakma, bu tabloda değişken çok isim var. Yerini kendin belirlemek hakkın, Atmaca olarak başta mı? Yoksa Ilgın DARAŞ olarak kurbanlar arasında mı?"
Adımlarım odanın derinliklerine doğru yankılandı, karanlık bir atmosfer içinde. Usulca ilerledim, gözlerim ona odaklıydı. Ellerini tablonun önünde tutarken, bir an duraksadım ve o anı içime çektim. Resmi alıp tablonun başına geçtim, parmak uçlarımda bir gizemle.
Bağlantıları değiştirirken, her bir detayı titizlikle düzenledim, merkezi kontrol altına alarak odanın enerjisini topladım. Arkamda duran iki meraklı adamın bakışlarıyla beslendim, bir oyunun başlangıcının heyecanını içimde hissettim. Doğan'ın gözleriyle buluştum, kendinden emin bir ifadeyle konuştum.
" Ben bu oyunun merkeziyim. Atmaca ve Ilgın olarak gücümü tam anlamıyla ortaya koyacağım." Doğan'ın yüzünde buruk bir galibiyet belirdi. Sol eli alt dudağına değerken, odadaki gergin atmosferi hissettim. Barutçu kısa ama etkileyici bir ıslık çaldı ve beni işaret etti. "Sağlam kadın." Sözleri, odanın içinde yankılanan bir zafer çığlığına dönüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆
ActionÖLÜMLÜLERİN KRALLIĞI 1: 𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆 "Savaş, her şeyin babası ve kralıdır: bazılarını tanrı, bazılarını insan yapar; bazılarını köle, bazılarını özgür kılar," "Polemos" sizi, ihanet ve sadakatin, savaş ve barışın, aşkın ve acının iç içe geçtiği u...