1. GÖLGELERDEKİ ŞAHİTLER

4.9K 144 80
                                    


🂡♣️

Başlangıç tarihini öğrenebilir miyim?


"Yeni başlangıçlar kurbanlar gerektirir."

By HabibebraBulut

İSTANBUL / KARA KONAK MALİKHANESİ

14.15

Yaş on sekiz...

Tik! Tak! Tik! Tak!

Saatin tik takları odanın ağır havasında yankılanıyordu. Akrep ve yelkovan neredeyse sarsılmaz bir inatla çeyreği geçmekteydi. Çeyrek geçen saatlerden nefret ediyorum.

Çeyrek geçen her saat, bir geç kalmışlık hissini, telafisiz anıların ağır yükünü hatırlatıyordu. Babamın cep saati, başımın hemen üzerinde adeta ağır bir gölge gibi asılı duruyordu. Üç gün önce onu oraya asarak gitmişti. Bir iz bırakıp kaybolmuştu. O saatin beni her geçen saniye geçmişin o karanlık dehlizlerine sürüklemesi beni tedirgin ediyordu. Ve kabul edeyim, hâlâ hazır değilim; yüzleşmeye, bırakmaya, vedalaşmaya...

Bir türlü ilerlemeyen, zamanı durmuş gibi duran o saatin altında donup kalmıştım sanki. Ellerim titriyordu. Karşımda duran tanıdık, fakat yabancı adamın bakışları içimi yakıyordu. O gözlerdeki acı, sanki kelimelerden daha güçlü bir ifade ile anlatıyordu bana kendi yalnızlığımı, yaralarımı. Gözlerimin içine işleyen, ruhumu deşen o derin bakışlarla baş başa kaldığımda, içimde büyük bir sessizlik, boşluk yankılanıyordu. Bu adam, tam anlamıyla ne yabancı ne de dost; sadece hayatıma bir ayna gibi tutulan, gördüğümde tanıyamadığım kendi karanlık yansımam gibiydi.

Elimde kan kırmızıya boyanmış çekiç, bir an olsun nefes almayı beklemeden önümde oturan adamı izledim. Hareketsizdi. Tahta sandalyeye sıkıca çivilenmiş elleri kan kaybından dolayı donuklaşmış, soğumuştu. O kahverengi gözler... Bir vakitler kibirle bakan, yaşını aşan bir özgüveni simgeleyen o gözler şimdi korkunun, teslimiyetin ve gururla yutkunmanın çelişkisini taşıyordu.

Öylesine şişmiş ve kanlanmıştı ki, göz bebekleri ıstırapla doluydu. Hiçbir kelime, o bakışların ardındaki kederi anlatmaya yetmezdi.

Bense onun yaşadığı her saniyeyi, içine düştüğü umutsuzluk çukurunun derinliğini hissedebiliyordum. On sekiz yaşında bir çocuk tarafından böylesine aşağılanmak, küçümsenmek, elleri titreyerek, “beni asla elde edemeyecek” dediği birinin merhametine kalmak...

Onun için ne büyük bir sınav, benim içinse son görevimdi bu. Babamın üzerimde bıraktığı gölgenin altında, başarısızlık şansım yoktu. Eğer son sözlerim, bu görevin finali, babamın mirasını devam ettirecekse, onu burada bırakmak zorundaydım.

Adam, son bir güçle dudaklarını aralayarak konuştu; sesi neredeyse mırıldanır gibi, ama çelik gibi sağlam ve delip geçen bir nefretle:

“Sen... Sen bir canavarsın! İflah olmaz, karanlığa doğmuş bir mahlukatsın! Kara Kartal’ın... kara kızı.”

Sözleri, bütün çaresizliğini ve lanetini üzerime bırakmaya çalışıyordu. Ancak gözlerim acımasız bir soğukkanlılıkla parladı. Başımı hafifçe eğip küçümser bir tonda güldüm. Onaylamaz sesler çıkarırken içimdeki katıksız boşluğu ve adama karşı duyduğum en ufak acıma kırıntısını bile yutup bir kenara fırlatmıştım. Dudaklarımdan soğuk, ince bir ses süzüldü:

𝑃𝑂𝐿𝐸𝑀𝑂𝑆Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin