Yine soğuk bir rüzgar tüm şehrin boş sokaklarında delicesine dolaşıyor, oraya buraya çarpıp esiyordu. Seul'un şirin kuşları daha sıcak iklimlere göç etmek için gökyüzünde büyük siyah bir örtüymüşçesine süzülerek uçuyorlardı. Ağaçlar da çoktan dökmeye başlamışlardı güzelim giysilerini, yapraklarını.
Kim Junkyu ramen, kimchi ve çilekli sütten oluşan alışverişini henüz bitirmiş vaziyette marketten ayrılıyordu. Elleri ceplerinde, montunu sıkı sıkıya kapatmış hızlı adımlarla evine doğru ilerliyordu. Döndüğü her sokağın ağzında etrafına dönüp bakmak gibi bir alışkanlık edinmişti son günlerde, sanki ansızın eski bir dostu ortaya çıkacakmış gibi.
Yolda ilerlerken bir giysi dükkanının önünde durdu. Vitrin camından yakışıklı, bir yandan sevimli, ve mükemmel duran fiziğine, düz siyah saçlarının yansımasına baktı. Son birkaç haftadır içinde sebepsiz oluşan bir hüzün vardı ve nedense ruhu çökmüş gibiydi. Sebebini bilmiyordu, vücudu kendi kendine var olmayan bir şeyin yasını tutuyor gibiydi.
Uzun uzun yansımasına baktı. O farkında olmadan hayatında bir şey eksilmişti ve ne olduğunu anlayamıyordu. Ne olabilirdi? Önemli neyi kaybetmişti?
Ansızın bir sabah, yatağının yanında bir veda mektubu bulmuştu birkaç ay önce. Choi Hyunsuk diye birinden gelmişti. Öyle birini tanımıyordu ve bu mektubun kaldığı yabancı evde neden özellikle kendi yatağının baş ucuna konduğunu anlayamamıştı.
Evet, birkaç ay önce yabancı bir evde uyanmıştı ve nasıl oraya geldiği hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Hâlâ onun gizemini çözememişti. Her şey o gün başlamıştı. O evde ne vardı?
"Geri dönüp bakmalı mıyım?" diye mırıldandı kendi kendine. O günle ilgili hatırladığı çok az şey vardı. Ev aynalarla doluydu, kaldığı oda bir erkek çocuğuna aitti ve varlıklı bir aile yaşamıştı orada. Acaba bir daha oraya girebilecek miydi?
"Aman boşver, evine dön Junkyu." dedi yine kendi kendine Junkyu ve ceketinin omzundan düşen yakasını kaldırıp yürümeye devam etti evine. Ne olmuştu ki hayatından ne eksildiyse yani? Sonuç olarak yaşamaya devam ediyordu ve ailesiyle beraberdi.
En büyük korkusu, sevdiği bir şeyleri kaybetmek ve sonsuza kadar unutulmaktı Junkyu'nun. Evet, şimdi de sevdiği bir şeyi kaybettiği gerçeğini görmezden geliyordu, inanmak istemiyordu. Henüz hazır hissetmiyordu kendini bununla yüzleşmek için çünkü.
Ne zaman aynasına baksa odasındaki, yansıması parıl parıl, tertemizdi. Her sabah uyandığında odası ne kadar dağınık bıraksa da derli topluydu. Hayatı birkaç aydır bu şekilde garipti ama halinden memnundu ve hiçbir şeyi sorgulamak istemiyordu.
Her şey Junkyu için böyle sonlanmıştı. Aynadan onun hayatını izleyen Hyunsuk, hiç değilse arkadaşının mutlu olduğuna şahit oluyordu. Junkyu o yok diye üzgün değildi, hatırlamıyordu bile. Her ne kadar acı olsa da, bir yandan da seviniyordu onun yokluğu için, onu kaybettiği için arkadaşının hüznüne şahit olmadığı için.
Omzunda yumuşak bir dokunuş hissetti. "Onu mu izliyorsun?"
Jihoon, sevgilisinin yanına bağdaş kurarak oturdu ve ona buruk bir şekilde gülümsedi. "Senin kaybedecek hiçbir şeyin yoktu... Ama Junkyu çok özel bir dostunu kaybetti, sen ona o da sana sahipti."
"Evet..." dedi Hyunsuk hüzün dolu bir sesle. "Pişman oldum... Yine de halimden memnunum. Buradaki hayatım daha güzel..."
"Junkyu'ya görünüp ona her şeyi anlatmayı çok isterdim ama bu pek çok kuralı ihlal etmek demek."
Jihoon azıcık öne doğruldu ve Suk'un dudaklarına minik bir öpücük bıraktı. Hyunsuk da sevgilisine sarıldı.
⋆. Son .⋆
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paralel Ayna | Hoonsuk | TREASURE
Fanfiction"Elimi tuttuğun an bir daha bu evrene ait olmayacaksın. Seni tanıyan herkes seni unutacak. Benim evrenimde sen ve ben sonsuza kadar beraber olacağız, mutlu olacağız." ✉⏤͟͟͞͞☆ 𝑯𝒂𝒓𝒖𝒔𝒅𝒊𝒂𝒓𝒚