Yıllar sonra resimli yemek listesini, bir ilanını, özel kibritini ve peçetesini arayıp bulduğum ve burada sergilediğim Fuaye, kısa zamanda Beyoğlu, Şişli, Nişantaşı gibi semtlerde yaşayan sınırlı sayıda zenginin (gazetelerin dedikodu sütunlarının alaycı diliyle söylersek "sosyetenin") en çok sevdiği Avrupa tarzı (Fransız taklidi) lokantalarından biri oldu. Müşterilerine bir Avrupa şehrinde oldukları izlenimini altını çok çizmeden vermek isteyen bu lokantalara Ambassador, Majestik, Royal gibi Batılı ve iddialı adlar yerine, Batinin kenarında, İstanbul'da olduğumuzu hatırlatan Kulis, Merdiven ve Fuaye gibi adlar verilirdi. Daha sonraki kuşak yeni zenginlerin gösterişli mekânlarda anneannelerinin pişirdiği yemekleri tercih etmeleriyle, gelenek ve gösterişi birleştiren Hanedan, Sultan, Hünkâr, Paşa ve Vezir gibi pek çok yer açıldı ve Fuaye unutulup gitti.
Çantayı aldığım günün gecesi Fuaye'de akşam yemeği yerken, "Annemin Merhamet Apartmanındaki dairesinde buluş-sak artık, daha iyi olmaz mı?" dedim Sibel'e. "Güzel bir arka bahçeye bakar orası."
"Nişandan sonra evlenip kendi evimize taşınmamız gecikir diye mi düşünüyorsun?" dedi Sibel.
"Hayır canım, öyle bir şey yok."
"Seninle metresler gibi, gizli saklı dairelerde, suçlu gibi buluşmak istemiyorum artık." "Haklısın."
"Nereden geldi şimdi aklına o dairede buluşmak?" "Boş ver," dedim. Fuaye'nin mutlu kalabalığına bir göz attım ve plastik torba içinde sakladığım çantayı çıkardım. "Bu ne?" dedi Sibel bir hediye aldığını hissederek. "Sürpriz! Aç, bak."
"Sahi mi?" Plastik torbayı açarken yüzünde beliren çocuksu neşe, çantayı çıkarınca yerini soru soran bir ifadeye, sonra da gizlemeye çalıştığı bir hayal kırıklığına bıraktı.
"Hatırladın mı," diye yetiştim, "önceki gün akşam seni evine bırakırken vitrinde görüp beğenmiştin."
"Evet. Çok incesin."
"Sevdiğine sevindim. Nişanda da bu çanta sana çok yakışacak." "Maalesef nişanda hangi çantayı takacağım çoktan belli," dedi Sibel.
"Aaa, mahzun olma! Çok güzel bir hediyeyi büyük bir incelikle almışsın bana... Peki, o zaman, kederlenme diye söyleyeceğim. Zaten bu çantayı nişanda koluma takamam, çünkü bu çanta sahte!"
"Nasıl?"
"Gerçek Jenny Colon çanta değil bu Kemalciğim. Bu taklit." "Nereden anladın?"
"Her şeyinden, canım. Bak markayı deriye bağlayan bu dikişlere. Bir
de benim Paris'ten aldığım bu hakiki Jenny Colon'a bak bakalım, markanın dikişleri nasıl? Jenny Colon boşuna Fransa'nın, dünyanın en pahalı markası değil. Bu ucuz ipliği asla kullanmaz..."
Hakiki çantanın dikişlerine bakarken, müstakbel nişanlımda hissettiğim zafer duygusunun nedenini bir an sordum kendime. Paşa dedesinden kalan son arsaları satmış ve sıfırı tüketmiş emekli bir elçinin kızı, bir anlamda bir "memur kızı" olması, Sibel'e zaman zaman huzursuzluk ve güvensizlik verirdi. Bu huzursuzluğa kapıldığı zamanlarda babaannesinin piyano çalışını ya da Kurtuluş Savaşı'na hizmetleri geçmiş dedesini ya da anne tarafından dedesinin Abdülhamit'e olan yakınlığını anlatır, ben de Sibel'in bu konudaki mahcubiyetinden etkilenir, onu daha da çok severdim. 19701i yılların başındaki tekstil ve ihracat büyümesiyle İstanbul'un nüfusunun üç misli artması sayesinde şehirde, özellikle bizim semtlerde arsa fiyatları da katlanmış, son on yılda babamın şirketleri çok büyümüş, aile serveti beş kat artmıştı, ama aslında Basmacı soyadından anlaşılacağı gibi üç kuşaktan beri tekstil işinden zengindi bizimkiler. Ama bu üç kuşağın gayretlerine rağmen, Avrupa malı çantanın "sahte" çıkması beni huzursuz ediyordu.
Keyfimin kaçtığını görünce Sibel elimi okşadı. "Ne kadar verdin çantaya?" diye sordu.
"Bin beş yüz lira," dedim. "İstemiyorsan yarın değiştiririm." "Değiştirme canım, paranı geri iste. Çünkü seni fena kazıklamışlar." "Dükkân sahibi Şenay Hanım, bizim uzak hışmımız oluyor!" dedim
çok hayret etmiş gibi kaşlarımı iyice havaya kaldırarak.
Sibel, içindekileri dalgın dalgın karıştırmakta olduğum çantasını geri aldı. "Canım bu kadar bilgili, akıllı ve kültürlüsün, ama kadınların seni nasıl kandırabileceklerini hiç mi hiç anlamıyorsun," dedi şefkatle gülümseyerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORHAN PAMUK MASUMİYET MÜZESİ
Non-FictionOnlar yoksulluğun, para kazanmakla unutulacak bir suç olduğunu sanacak kadar masum insanlardı. Celâl Salik, Defterlerden Bir adam rüyasında Cennet'e gitse ve ruhunun gerçekten Cennet'e gittiğinin işareti olsun diye ona bir çiçek verseler ve sonra ad...