26. AŞK ACISININ ANATOMİK YERLEŞİMİ

20 1 0
                                    

O günlerde İstanbul eczanelerinin vitrinlerinde dikkatimi çeken ağrı kesici Paradison'un reklam afişindeki iç organlarımızı gösterir resmi, aşk acısının o günlerde belirdiği, keskinleştiği ve yayıldığı yerleri müze ziyaretçisine gösterebilmek için işaretledim. Müzemizi göremeyen okur için acının en yoğun olduğu başlangıç noktasının, midemin sol yanının yukarı kısmında olduğunu belirteyim. Acı güçlendiği vakit, şekilde görüldüğü gibi, göğsümle midem arasındaki boşluğa hemen yayılırdı. O zaman gövdenin yalnız sol kısmında kalmaz, sağa da geçerdi. Sanki içime bir tornavida ya da kızgın bir demir sokulmuş içeriden kanırtılıyormuş hissine kapılırdım. Sanki midemden başlayarak bütün karnımda keskin asitli sıvılar birikiyordu, sanki yakıcı ve yapışkan küçük deniz yıldızlan iç organlarıma yapışıyordu. Şiddetlendikçe hacmi genişleyerek artan acı, alnıma, enseme, sırtıma. hayallerime, her yerime vurur, beni boğar gibi sıkıştırırdı. Bazan göbeğimde, tam göbek çukurunun etrafında, resimde gösterdiğim gibi, sanki bir yıldız şeklinde birikir ve asitli sen bir sıvı gibi boğazıma, ağzıma dolup sanki beni boğup öldürecekmiş gibi korkutur, oradan bütün gövdemi zonklatır, beni inletirdi. Elimi duvara vurmak, jimnastik hareketleri yapmak, gövdemi bir sporcu gibi zorlamak, bir an için acıyı unuttururdu; ama en zayıfladığı zamanlarda bile, bir türlü tam kapanamayan bir musluktan damlayan damlalar gibi, acının kanıma karıştığını hep hissederdim. Acı bazan boğazıma kadar çıkar, yutkunmamı zorlaştırır, bazan sırtıma, omuzlarıma, kollarıma yayılırdı. Ama her zaman asıl midemdeydi, merkezi orasıydı.
Bütün bu elle tutulur niteliklerine rağmen, acının aklım ve ruhum ile ilgili bir şey olduğunu da bilirdim, ama ondan kurtulmak için kafamda yapmam gereken temizliği yapmaya da girişemezdim. Daha önce böyle bir şeyi hiç yaşamadığım için, ilk defa baskına uğrayan mağrur bir komutan gibi, tam bir akıl karışıklığına sürüklenmiştim. Üstelik içimdeki acıyı dayanılır kılan ve bu yüzden de uzatan bir umudum ve Füsun'un her yeni gün Merhamet Apartmanı'na gelebileceğine ilişkin pek çok neden ve hayal vardı kafamda.
Nişanlanmaktan başka, Sibel ile yazıhanede buluşmalarımızı ondan saklamak, nişanda kıskançlıkla dolaplar çevirip onu Kenan dan uzak tutmak ve tabii küpe sorununu bir türlü çözememek gibi suçlarım yüzünden bana küstüğünü, beni cezalandırdığını düşünürdüm soğukkanlılık anlarında. Ama benzersiz sevişme mutluluğumuzun yokluğunun, Füsun'un benim kadar kendisine de verdiği bir ceza olduğunu, buna onun da benim gibi dayanamayacağını kuvvetle hissederdim. Şimdi acıya katlanmalı, onun gövdeme yayılışını sabırla karşılamalı, dişimi sıkmalıydım ki, buluştuğumuz zaman o da benim durumumu kabullensin. Bunu düşünür düşünmez de pişmanlığa kapılır, kıskançlık yüzünden onlara nisan davetiyesi yollattığım için ya da kayıp küpesini bulup geri getirmediğim için ya da ona daha çok vakit ayırıp çok ciddi bir şekilde matematik öğretmediğim için ya da çocukluk bisikletini bir akşam yemeğinde ona ve ailesine geri götürmediğim için acı çekerdim. Pişmanlık acısı, daha içe dönük ve kısa bir acıydı ve bacaklarımın arka kısmına ve ciğerlerime vurur, tuhaf bir şekilde gücümü tüketirdi. O zaman ayakta duramaz, kendimi "pişmanlıkla" bir yatağa atmak isterdim.
Bazan da sorunun kötü geçen giriş sınavı olduğunu düşünürdüm. Daha sonra pişmanlıkla onunla uzun uzun matematik çalıştığımı hayal ederdim ve o zaman bu hayaller acımı azaltır, bu matematik derslerinin sonunda sevişeceğimizi düşlerdim. Kafamdaki bu resimlere onunla geçirdiğimiz mutlu saatlerden harika anlar eşlik eder, tam bu sırada nişanda dans ederken bana verdiği sözü, yani imtihandan hemen sonra bana gelme sözünü tutmadığı, bunun için bir gerekçe bile göstermediği için ona kızmaya başlardım. Nişanda beni kıskandırmaya çalışması, Satsat çalışanlarının benim hakkımdaki alaycı sözlerini dinlemesi gibi başka küçük suçlarına duyduğum öfkeyi de bu kızgınlığıma ekler ve bu duygulan ondan uzak durmak ve onun beni cezalandırma isteğini sessizce karşılayabilmek için kullanmaya çalışırdım.
Bütün bu küçük öfkeler, umutlanmalar ve kendimi kandırmak için yaptığım diğer hilelere rağmen, Cuma günü saat iki buçuğa doğru gene gelmeyeceğini anlayınca yenik düştüm. Şimdi acı, öldürücü ve zalimdi ve beni, kurbanının canına hiç değer vermeyen vahşi bir hayvan gibi tüketiyordu. Ölü gibi yatağa uzanmış, çarşaflara sinmiş kokusunu kokluyor, altı gün önce bu yatakta nasıl da mutlulukla seviştiğimizi hatırlıyor ve onsuz nasıl yaşayabileceğimi düşünüyordum ki, direnemediğim bir kıskançlık duygusu, içimdeki öfkeye karışarak yükselmeye başladı. Füsun'un kendine hemen yeni bir sevgili bulduğunu düşünüyordum. Kıskançlık acısı zihnimde başlıyor, kısa zamanda midemdeki aşk acısını tetikleyerek beni bir çeşit yıkıma sürüklüyordu. Beni zayıf düşüren bu utanç verici hayal, başka zamanlar da gelmişti aklıma, ama şimdi onları bir türlü durduramıyor, rakibimin Kenan, Turgay Bey, hatta Zaim ya da pek çok hayranı arasında hemen buluverdiği birisi olduğunu düşünüyordum. Sevişmekten bu kadar hoşlanan birisi, şimdi tabii ki bunu başkalarıyla yapmak isteyecekti. Üstelik bana olan kızgınlığı, onu intikam almaya yöneltecekti. Kıskançlığımın kıskançlık olduğunu, aklımın hâlâ mantıklı kalabilen küçük bir köşesiyle düşünebilmeme rağmen, her yerimi şiddete varan bir güçle saran bu aşağılayıcı duyguya bile bile teslim olmuştum. Hemen gidip Şanzelize Butik'te onu görmezsem hırstan, öfkeden delireceğimi hissederek koşa koşa evden çıktım.
Kalbimi hızla attıran bir umutla Teşvikiye Caddesi'nde koşturur gibi yürüdüğümü hatırlıyorum. Az sonra onu göreceğim düşüncesi kafamı öylesine teslim almıştı ki, ona ne diyeceğimi bile düşünmüyordum. Onu görür görmez, bütün acımın en azından bir süre için dineceğini biliyordum. Beni dinlemeliydi, söyleyeceklerim vardı, birlikte dans ederken böyle mi konuşmuştuk, bir pastaneye gidip konuşmalıydık.
Şanzelize Butik'in kapı çanı tıngırdarken, kalbim burkuluver-di. Kanarya yerinde değildi. Füsunun orada olmadığını çoktan anlamıştım, ama korku ve çaresizlikten arka odada saklandığına kendimi inandırmaya çalıştım.
"Buyrun Kemal Bey," dedi Şenay Hanım şeytanca bir gülümsemeyle.
"Vitrindeki beyaz işlemeli gece çantasını bir görmek istiyorum," diye fısıldadım.
"Aaa, iyi bir parça," dedi. "Çok dikkatlisiniz. Dükkâna ne zaman güzel bir şey gelse, hep ilk siz görür, siz alırsınız. Paris'ten daha yeni geldi. Klipsi taşlıdır. İçinde portmonesi, aynası var. El yapımıdır." Ağır ağır yürüyüp vitrinden çıkardığı çantayı bir yandan da ballandıra ballandıra övüyordu.
Perdeleri kapalı arka odaya bir göz attım, Füsun yoktu. Kadının getirdiği bu çiçekli zarif çantayı sabırla inceler gibi yaptim, fiyat olarak söylediği sarsıcı rakamı hiç tartışmadım. Cadı paketi yaparken, herkesin nişanın ne kadar harika geçtiğini uzun uzun anlattığını söyledi. Sırf pahalı bir şey daha almış olmak için, gözüme ilişen bir çift kol düğmesini de sarmasını söyledim. Kadının yüzündeki sevinci görünce cesaretlenerek "Ne oldu bizim akraba kızı, bugün yok mu?" dedim.
"Aa bilmiyor musunuz? Füsun işi birden bıraktı."
"Öyle mi?"
Füsun u aradığımı hemen sezmiş, bundan da artık görüşmediğimizi
çıkarmış, ne olduğunu anlamaya çalışarak bana dikkatle bakıyordu. Kendimi tuttum, hiçbir şey sormadım. Acıma rağmen soğukkanlılıkla sağ elimi cebime soktum ki, nişan yüzüğümü takmadığımı görmesin. Parayı öderken kadının bakışlarında bir şefkat gördüm: Şimdi ikimiz de Füsun'u kaybettiğimiz için sanki birbirimize yakınlaşmıştık. Ben gene de yokluğuna inanama-dan küçük arka odaya
bir bakış daha attım.
"İşte böyle," dedi kadın. "Bugünün gençleri parayı çalışarak değil,
kolaydan kazanmayı seviyorlar." Özellikle cümlenin son kısmı, hem aşk acımı hem de kıskançlığımı dayanılmayacak kadar artırdı.
Ama bunu Sibel'den saklamayı başardım. Yüzümün her ifadesini, her yeni hareketimi duyarlıkla fark eden nişanlım, ilk günlerde bana hiçbir şey sormamış, ama nişandan üç gün sonra, akşam yemeğinde ben acıdan kıvrım kıvrım kıvranırken, bana çok hızlı içtiğimi yumuşacık bir edayla hatırlatmış ve "Neler oluyor canım?" diye soruvermiş, ben de ağabeyimle iş çatışmalarının beni gene yıprattığını söylemiştim. Cuma akşamı bir yandan Füsun'un ne yaptığım karnımdan yukarıya doğru ve ensemden bacaklarıma doğru çift yönde hareket eden bir acıyla merak ederken, gene Sibel'in sorusu üzerine ağabeyimle sözde çatışmamız hakkında bir anda bir sürü ayrıntı uydurdum. (Allah'ın hikmeti bir simetriyle, bu uydurduklarımın hepsi yıllar sonra gerçekleşti.) "Boşver," dedi Sibel gülümseyerek. "Zaim ile Mehmet'in Pazar günkü piknikte Nurcihan'a yakın olmak için çevirdikleri dolapları sana anlatayım mı?"

ORHAN PAMUK MASUMİYET MÜZESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin