Akşam Sibel'in lise arkadaşı Yeşim, Pera Palas'ta nişanlanıyordu; herkes orada olacaktı, gittim. Sibel çok mutluydu, gümüş rengi parlak bir elbise ile üzerine örgü bir etol giymişti, bu nişanın bizimkine örnek olacağını düşündüğü için her şeyle ilgileniyor, herkese sokuluyor, sürekli gülümsüyordu.
Süreyya Dayı'nın adını hep unuttuğum oğlu, beni Meltem gazozu reklamlarında oynayan Alman manken İnge ile tanıştırdığında, iki kadeh rakı içmiş, rahatlamıştım.
"Nasıl buldunuz Türkiye'yi?" diye sordum İngilizce.
"İstanbul'u gördüm yalnızca," dedi Inge. "Çok şaşırdım, böyle bir şey hayal etmiyordum."
"Nasıl bir şey hayal ediyordunuz?"
Bir süre sessizce bakıştık. Akıllı kadındı. Yanlış bir şey söyleyip Türklerin kalbini kolayca kırabileceğini hemen öğrenmişti, gülümseyiverdi. "Siz her şeye layıksınız!" dedi kötü bir Türkçe'yle.
"Bütün Türkiye bir haftada tanıdı sizi, bu nasıl bir duygu?"
"Polisler, taksi şoförleri, sokaktaki herkes tanıyor," dedi çocuk gibi sevinçle. "Baloncu bile durdurup bir balon hediye etti ve lSiz her şeye layıksınız,' dedi. Ülkede tek bir televizyon kanalı olunca tanınmak kolay."
Alçakgönüllülük etmek isterken küçümseyici olduğunun farkında mıydı acaba? "Almanya'da kaç kanal var?" diye sordum. Yanlış bir şey söylediğini anladı, utandı. Benim sözüm de gereksizdi. "Her gün işe giderken, bir duvarda apartman boyutunda resminizi görüyorum, çok hoş," dedim.
"Aaa, evet, siz Türkler reklamcılıkta Avrupa'dan çok daha ilerisiniz." Bir an bu sözden o kadar mutlu oldum ki, nezaketen söylendiğini unuttum. İleride, cıvıltılı, mutlu kalabalığın içerisinde bakışlarımla Zaim'i aradım. Oradaydı, Sibel ile konuşuyorlardı. Onların arkadaş olabileceğini hayal etmek hoşuma gitti. Yoğun bir mutluluk duyduğumu şimdi yıllar sonra bile hatırlıyorum: Sibel aramızda Zaim'e bir ad takmış, ona "Siz her şeye layıksınız Zaim" diyor; Meltem gazozlarının reklam kampanyasındaki bu sloganı çok duyarsız ve bencil buluyordu. Pek çok gencin solculuk, sağcılık diye birbirini öldürdüğü Türkiye gibi fakir ve dertli bir ülkede, bu laf Sibel'e göre çirkindi.
Büyük balkon kapılarından içeriye ıhlamur kokulu hoş bir bahar havası geliyordu. Aşağıda şehrin ışıklan Haliç'in üzerinde yansıyor; Kasımpaşa, gecekondular, yoksul mahalleleri bile güzel gözüküyordu. Çok mutlu bir hayatım olduğunu, üstelik bunun ileride yaşayacağım daha büyük bir mutluluğa hazırlık olduğunu içimde hissediyordum. Bugün Füsun ile yaşadığım şeyin ağırlığı aklımı karıştırıyordu, ama herkesin sırları, huzursuzlukları, korkuları var, diye düşündüm. Şu şık davetliler arasında kim bilir kaç kişinin tuhaf huzursuzlukları, ruhsal yaraları vardı, ama kalabalıkta, dostlar arasında iki kadeh içince, dert ettiğimiz şeylerin aslında ne kadar önemsiz ve geçici oldukları da ortaya çıkıyordu.
"Şu baktığın asabi adam var ya," dedi Sibel. "Meşhur Soğuk Suphi'dir o. Gördüğü bütün kibrit kutularını alır, biriktirir. Odalar dolusu kibrit kutusu varmış. Kansı onu bırakınca böyle olmuş diyorlar. Bizim nişanda garsonlar böyle tuhaf kıyafetler giymesinler değil mi? Niye o kadar çok içiyorsun bu akşam? Bak sana ne anlatacağım."
"Ne?"
"Mehmet, Alman manken kızı çok beğendi, yanından ayrılamıyor, Zaim de onu kıskanıyor. Aaa, şu adam var ya, senin Süreyya Dayı'nın oğluymuş... Yeşim'in de bir akrabası oluyor... Keyfini kaçıran, benim bilmediğim bir şey mi var?"
"Hayır, hiçbir şey yok. Hatta çok mutluyum."
Sibel'in tatlı sözler söylediğini, bugün yıllar sonra bile hatırlıyorum. Sibel eğlenceli, akıllı ve şefkatliydi ve onun yanında yalnız o günlerde değil, hayatım boyunca kendimi çok iyi hissedeceğimi biliyordum. Onu geç saatte evine bıraktıktan sonra, boş ve karanlık sokaklarda Füsun'u düşünerek uzun uzun yürüdüm. Aklımdan hiç çıkaramadığım, beni aşırı derecede huzursuz eden şey, Füsun'un ilk defa benimle yatması kadar, kararlılığıydı. Hiç naz yapmamıştı, elbiselerini çıkarırken bile kararsızlık geçirmemişti...
Bizim evde salon boştu, bazı geceler babamı uykusu kaçmış, pijamalarla salonda otururken görür, uyumadan önce onunla sohbet etmekten hoşlanırdım; ama şimdi annem de, o da uyuyordu, yatak odasından annemin horultusu, babamın iç çekmeleri geliyordu. Yatmadan önce bir kadeh daha rakı yuvarladım, bir sigara daha içtim. Ama yatınca da hemen uyuyamadım. Füsun ile sevişmemizin görüntüleri gözümün önünden geçiyor, bu görüntülere nişan töreninin ayrıntıları karışıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORHAN PAMUK MASUMİYET MÜZESİ
Literatura FaktuOnlar yoksulluğun, para kazanmakla unutulacak bir suç olduğunu sanacak kadar masum insanlardı. Celâl Salik, Defterlerden Bir adam rüyasında Cennet'e gitse ve ruhunun gerçekten Cennet'e gittiğinin işareti olsun diye ona bir çiçek verseler ve sonra ad...