Turgay Bey'in nazik, çelebi haliyle gülümsemek yerine bana başını çevirmesi, beni hiç beklemediğim kadar yaraladı. Bir yandan adamın onu nişana çağırmadığımız için alınmakta haklı olduğu mantığını yürütüyor, bir yandan da daha kuvvetli bir düşünce, Füsun'un benden intikam almak için ona döndüğü düşüncesi, beni öfkeden serseme çeviriyordu. İçimden neden başım çevirdiğini koşup ona sormak geldi. Belki de, bu öğleden sonra Şişli'deki garsoniyerinde Füsun ile sevişmişti. Füsun'u görmüş, onunla konuşmuş olmasının beni çileden çıkarmaya yeteceğini hissettim. Benden önce Füsuna âşık olması. Füsun yüzünden bir zamanlar onun da şimdi benim çektiğim cinsten acılar çekmiş olması, ona duyduğum öfkeyi, içimde hissettiğim aşağılanma duygusunu hafifletmek bir yana, daha da artırıyordu. Barda iyice içtim. Gün geçtikçe daha sabırlı ve şefkatli olan Sibel'e sarılarak Peppino di Capri'nin "Melankoli" adlı parçası eşliğinde dans ettim. Ancak İçkiyle yatıştırabildiğim kıskançlığımın ertesi sabah başağrısıyla birlikte tekrar başladığım görünce, acımın azalmadığını, çaresizliğimin de gitgide arttığını telaşla anladım. O sabah Satsat'a vururken (Inge, hâlâ Meltem gazozu reklamından bana çapkınca bakıyordu), yazıhanede dosyalar arasında oyalanmaya çalışırken, gün geçtikçe acımın biraz daha arttığını, zamanla Füsunu unutmak yerine daha saplantılı bir şekilde onu düşündüğümü kabul etmek zorunda kaldım.
Geçen zaman, Allah'tan yalvararak dilediğim gibi, hatıralarımı zayıflatmıyor, çektiğim acıyı daha dayanılır kılmıyordu. Her güne ertesi günün daha iyi olacağını, onu birazcık olsun unutmuş olacağımı umarak başlıyor, ama ertesi gün karnımdaki ağrının hiç değişmediğini, acının sürekli yanan kuvvetli bir kara lamba gibi içimi karartmaya devam ettiğini hissediyordum. Onu birazcık daha az düşünebilmeyi, zamanla onu unutabil-meyi başardığıma inanabilmeyi ne de çok isterdim! Onu düşünmediğim dakika artık çok azdı, daha doğrusu hiç yoktu. Belki bazı geçici anlar vardı, o kadar. Bu "mutlu" anlar da çok kısa sürüyor, bir-iki saniyelik bir unutma süresinden sonra, kara lamba tıpkı bir apartmanın kendiliğinden sönen otomatiği gibi kendiliğinden yanıp karnımı, genzimi, ciğerlerimi zehirliyor, nefes alış verişlerimi bozuyor, varolmayı sürekli gayret gerektiren bir zorluğa çeviriyordu.
En kötü zamanlarda acımı dindirecek bir çıkış yapmak, birisiyle dertleşmek, Füsun u bulup konuşmak ya da kahredici bir öfkeyle kıskanmaya başladığım bir kişiyle kavga etmek istiyordum. Yazıhanede Kenan'ı her görüşümde bütün gücümle kendimi tutmaya çalışmama rağmen, beni sersemleten bir kıskançlık buhranına kapılıyordum. Füsunun Kenan ile bir ilişkisi olmadığına karar vermiş olsam da, Kenan'ın ona nişanda asılmış olması. Füsun'un da beni kıskandırmak için bu ilginin tadını çıkarmış olma ihtimali, ondan nefret etmem için yeterliydi. Öğleye doğru, Kenan'ı işten atmak için bahaneler ararken yakaladım kendimi. Evet, sinsi biriydi, çok belliydi bu artık. Öğle paydosunda, Merhamet Apartmanına gideceğimi, küçük de olsa bir umutla Füsunu bekleyeceğimi düşünerek rahatladım. Ama o öğleden sonra da gelmeyince, artık beklemekle acıya dayanamayacağımı, ertesi gün de gelmeyeceğini, her şeyin daha da kötü olacağını korkuyla anladım.
O sıralarda kafamı kurcalayan bir başka yıkıcı düşünce de, benim çektiğim bütün bu acılara, peki, biraz daha azına Füsun'un nasıl dayandığıydı. Mutlaka hemen bir başkasını bulmuş olmalıydı, yoksa dayanamazdı. Yetmiş dört gün önce öğrendiği sevişme mutluluğunu, Füsun şimdi bir başkasıyla paylaşıyor olmalıydı... Ben ise her gün acılar içinde, yatağa ölü gibi ve aptalca uzanıp onu bekliyordum. Hayır, aptal değildim: Çünkü o beni kandırmıştı. Aramızda o kadar mutlu bir ilişki varken, nişanda durumun bütün gerilim ve korkunçluğuna rağmen ikimiz aşkla dans ederken, bana ertesi gün üniversite sınavından sonra geleceğini söylemişti. Nişanlandığım için bana kırılmışsa, benden ayrılmaya karar vermişse -ki bunlarda pekâlâ haklı olabilirdi- o zaman niye bana yalan söylemişti? İçimdeki acı, bir tartışma öfkesine, ona yanıldığını söyleme hırsına dönüştü. Pek çok kereler saplantıyla yaptığım gibi, gene onunla hayalimde bir tartışmaya gireceğimi, bu tartışmanın arasına onunla geçirdiğim mutlu saatlerden unutulmaz sahnelerin birer cennet tasviri gibi girip beni yumuşatacağını, sonra gene onunla tartışacağım iddialarımı tek tek hatırlayarak düşündüm. Beni terk ettiğini yüzüme söylemeliydi. Üniversite sınavı kötü geçtiyse bunun sorumlusu ben değildim, beni terk edecekse bunu bilmeliydim, beni ömrünün sonuna kadar hep göreceğini söylememiş miydi, bana son bir fırsat tanımalıydı, küpesini bulup hemen getirecektim, diğer erkeklerin onu benim sevdiğim kadar sevebileceğini mi zannediyordu? Yalaktan kalktım, her şeyi onunla konuşma hırsıyla bir anda sokağa fırladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORHAN PAMUK MASUMİYET MÜZESİ
NonfiksiOnlar yoksulluğun, para kazanmakla unutulacak bir suç olduğunu sanacak kadar masum insanlardı. Celâl Salik, Defterlerden Bir adam rüyasında Cennet'e gitse ve ruhunun gerçekten Cennet'e gittiğinin işareti olsun diye ona bir çiçek verseler ve sonra ad...