Üç saat... Dizlerim üstüne çöküp kaldığımdan beri üç saat geçmişti. Birazında ağlamıştım birazında susmuştum birazında bomboş duvarlara bakmıştım bu saatlerin. Telefonum ardı ardına çalıyordu.
'Şevval Abla' arıyor...
Belli bir süre sonra telefonumu kapadım. Hiçbir şey yapamıyordum. Hiçbir şey düşünemiyordum. Çöküp kaldığım bu yerden kalkacak gücüm bile yoktu. Bu denli acizdim çünkü şuan. Zaten bir taşa da bu yaraşırdı değil mi?
Başımı dizlerimin üstüne koyup acizliğime acizlik katmaya devam ettiğim sırada kapımın zili ardı ardına çalmaya başladı. Kalbim korkuyla çarpmaya başlamıştı. Bu da kimdi? Alacaklı falan mı gelmişti kapıma? Hayır olamazdı. Borçlu olduğum kimse yoktu. Zaten hiç kimsem yoktu ki benim, alacaklı olsun. Peki başka kim olabilirdi? Kafamdaki soruları yalnızca kapıyı açmak giderecekti. Her ne kadar korksam da hala çalmaya devam eden kapıyı açmak için odamdan çıkıp dış kapıya yöneldim. Delikten baktığımda kapımı çalıp duranın bir erkek olduğunu fark ettim. Tanımıyordum ve bu durum beni daha da korkutmaya başlamıştı. Kapıdan zil sesi yerine vurma sesleri gelmeye başlayınca korkuyla çığlık attım. Aynı anda vurma sesleri kesildi ve onun yerine başka bir ses duydum.
- Allah'ım çok şükür! Yaşıyor.
Kaşlarımı çattım. 'Yaşıyor mu?' Kapı bir kez daha tıklatıldı. Bu kez sakin bir şekilde ve bir kez tıklanmıştı.
-Özgür? Oradasın biliyorum. Korkuttuğum için özür dilerim. Beni Psikiyatrist Şevval Eryiğit yolladı. Ben Araf . Araf Akdemir. Noktalı virgül grubunu kuran kişi.
Kalbim duyduğum cümleyle beraber sonunda yavaşlamıştı. Yavaşça kapıyı aralamaya başladım. Araladığım gibi kapıyı ittirip içeri girmesi bir oldu. Telaşla odama salona ve mutfağa girdi. Zaten evim 1+1 olduğu için girecek başka bir yerde yoktu. Mutfaktan da çıktıktan sonra kan ter içinde yere çömelip uzunca bir nefes verdi. Şaşkınlık içerisinde hareketlerini izliyordum. Darmadağınık olmuş siyah saçları sırılsıklamdı. Saçıyla uyumlu siyah ceketi siyah pantolonu ve siyah sweati de saçından farksızdı. Kıpkırmızı olmuş mavi gözleri ve mosmor göz altlarıyla beni andırıyordu.Ceketinin sıyrılan kolundan görünen bileğine kaydı gözüm. Sağ bileğinde sıra sıra dizilmiş bir kaç tane noktalı virgül dövmesi vardı. Hemen üstlerindeyse aralıklı olarak dizilmiş, küçük küçük bir sürü yıldız dövmesi duruyordu.Bana yönelttiği soruyla beraber onu incelemeyi bıraktım.
- Ne yapıyorsun sen?
Kızgın bir ifadeyle gözlerini bana dikmiş bir cevap bekliyordu. Sanki ben onun evine dalmışım gibi suçluluk hissetmiştim. Oysa bu soruyu sorması gereken bendim. Aklımdakini olduğu gibi söyledim.
-Bu soruyu benim sormam gerek. Asıl sen ne yapıyorsun? Evime ne hakla dalıyorsun?
-Buraya gelene kadar neler çektim biliyor musun sen? Dışarıda deli gibi yağmur ve ona eşlik eden lanet bir trafik var. Bu havada motorla geldim buraya kadar.
- Motorla mı?
-Evet motorla! Randevuna gitmemişsin bir de üstüne telefonunu kapatmışsın. Şevval Hanım meraktan deliye döndü. Kendine bir şey yaptın sandı. Randevum vardı bugün. Gittiğimde kadın Ağlaya ağlaya yardım istedi benden. Üstelik hamile. Hamile bir kadına bunu nasıl yaşatabilirsin!
-Hamile mi?
Bağırarak karşılık verdi.
- Gerçekten derdin bu mu şuan?!!
Hızla dış kapıyı kapatıp 'sessiz ol' anlamında işaret yaptım. Ardından konuşmaya başladım.
-Delireceğim!
Gözlerim dolmuş bir şekilde Araf'a baktım.
Ablam gibi yakın gördüğüm. Bana bu denli yakın olan tek insanın hamile olduğunu bile yeni öğrenmiştim. O kadar bencildim ki... İğrenç bir insandım. Kendimden tiksiniyordum
-Gerçekten delireceğim!
Bende yere çömelerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım.
-Ben iğrenç bir insanım. Ben dünyanın en bencil insanıyım. Allah belamı versin benim. Ya bebeğine bir şey olursa. Hamile olduğunu bile bilmiyordum. Kahretsin! Kahretsin! Ablam o benim. Kahretsin! Bencilin önde gideniyim! Bencilin önde gideniyim!
Sürekli aynı cümleyi tekrar ediyordum. Durduramıyordum.
-Bencilin önde gideniyim! Bencilin ön...
- Bencil değilsin Özgür. Bipolarsın.
Yavaşça kafamı kaldırıp dolu gözlerimi karşımdaki adama yönelttim. Araf'a...
-Özür dilerim. Az önce bağırdığım için.
Ceketini çıkarıp ,kolunu sağ bileğinde az önce gördüğüm dövmeler gözükecek şekilde bana çevirdi.
- Noktalı virgülleri görüyorsun değil mi? Ve tabi o bütün küçük yıldızları. Az önce gözünü gezdirdiğini gördüm. Bunların hepsi birer kesik. Bir tek noktalı virgüllerin olduğu yerdeki kesik beni ölüme sürükleyecek kadar güçlüydü. Diğerleri sadece ruhsal acımı bastırsın diyeydi. Yani en azından ben öyle inanıyordum. Ruhumu iyileştiriyormuş gibi... Fakat noktalı virgülün olduğu yerdeki hayatıma gerçekten son versin diyeydi. İlk kez kendimi öldürmek istedim o gün. Ama bak karşındayım. Ölmedim. O günden sonra da bu dövmeyi yaptırdım üstüne. Her baktığımda 'Hikayem daha bitmedi.' diyebilmek için.
Elimi yavaşça elinin içine alarak bileğimdeki kesik gözükecek şekilde çevirdi.
- Aynı kesik sende de var. Ama bak. Sende karşımdasın.
Pantolonunun cebinden siyah bir pilot kalem çıkarıp kapağını açtı. Bileğimi tutup ,henüz iyileşmemiş olduğunu fark ettiği yaramın biraz üstüne, kendi dövmesine benzer şekilde , iz boyunca noktalı virgüller çizdi. Ardından bana bakarak gülümsedi. Bileğimi bileğiyle yan yana getirerek gözleriyle bakmamı işaret etti.
-Hikayemiz daha bitmedi Özgür... Asıl adın gibi hissedemezsen biter hikayen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Noktalı Virgül
Narrativa generaleNoktalı virgüldü onlar. Tek onlar değil, hepimiz. Zihniyle savaşanlar, kendine düşman olanlar, ağlayanlar, korkanlar, hayatından vazgeçenler, ruhuna yabancılaşanlar... Biliyorum, en yakından tanıyorsunuz hepsini. İşte bu yüzden noktalı virgülüz biz...