Seviyor, sevmiyor diye koparılan her bir papatyanın her bir yaprağı değmeyen insanlar için koparıldığını bilseydi o zaman da papatyalar bu kadar güzel olur muydu ya da şöyle diyelim: Değmeyecek kişiler için koparılan her bir yaprağın ardından papatyalar güzelliklerini görmezden gelip papatyaları papatya olduğu için sevenleri de kaybeder miydi?
Çıktığımız her katta, attığımız her adımda içimdeki korku katlanarak büyüdü. Bir sürü kat çıkmıştık, bir sürü insanın yanından geçmiştik ama siparişi ayağına isteyen kişinin yanına varamadık. İçimdeki korku biraz olsun hafifler umuduyla güvenliğe siparişi kimin istediğini sordum.
"Pardon, siparişi kim istemişti acaba?"
"Patron istedi, talimatı böyle. Geldik zaten görürsünüz şimdi." Biraz daha yürüdükten sonra bir kapının önünde durduk. Güvenlik kapıyı tıklayıp kapıyı açtı ve içeri girmemi bekledi. İçimdeki endişe tohumları oradan kaçıp uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu ama ben onu dinlemeye bile korkuyordum. En sonunda açık kapıdan içeri girdim.
Takım elbisesiyle karşımda durmuş, bana bakıyordu. Kapının kapanmasıyla camın önündeki masasından kalkıp yanıma geldi.
"Merhaba, nasılsın?" Sorduğu soruya cevap vermeyi unutmuş ne düşünmem ne hissetmem gerektiği birbirine girmişti. Gerçekten bu kadar gizeme gerek var mıydı?
"Çisem, iyi misin? Bir sorun mu var?" Yinelediği soruyla kendimi toparlayıp cevap verdim.
"Hayır, bir sorun yok. Buyurun, siparişiniz." Elimdeki poşeti alıp az ilerisindeki masanın üstüne bıraktı. Elinde bir bardak suyla yanıma geldi.
"Siparişinizi teslim aldığınıza göre ben artık gideyim. İyi günler, afiyet olsun." Kapıya doğru döndüğümde kolumdan tutup kendine döndürdü.
"Çisem, bir şey mi oldu? Biri mi bir şey yaptı, şirkette mi bir şey oldu?"
"Hayır dedim ya. Hiçbir şey olmadı."
"İyi görünmüyorsun. Gel, otur şöyle."
"Gökay lütfen daha fazla ısrar etme, gitmek istiyorum."
"Çisem tamam, gidersin. Seni zorla tutacak değilim ama lütfen şuraya otur ve bir bardak su iç." Israrlarına dayanamayıp koltuğa geçtim ve bana uzattığı suyu içtim.
"Şimdi biraz daha iyi misin?" Kafamı sallamakla yetindim. Yanıma oturmak yerine diz çökmüş, önümde durarak bana bakıyordu.
"Peki bana ne olduğunu, neyin olduğunu anlatır mısın? Endişeleniyorum."
"Ne mi oldu?" Korkum sinire dönüşmüştü, patlamak üzereydim ve ısrarla bana ne olduğunu soruyordu. "Korktum manyak herif, korktum. Bir şey olacak sandım, biri bir şey yapacak sandım. Anladın mı?" Dumura uğramış bir ifadeyle bana bakıyordu. Böyle bir şey beklemiyor olmalıydı. "Şimdi öğrendiğine göre gidebilirim artık." Hızla ayağa kalktım ve dışarı çıktım. Bir an önce buradan çıkmak için hızlı hızlı yürüyordum. Arkamdan adımı bağıran sesini duyuyordum. İnsanlar işlerini bırakmış, bizim olduğumuz tarafa bakıyordu. Daha fazla rezil olmamak için durup ona döndüm. Birkaç adımda yanıma ulaşmıştı.
"Çisem, konuşalım mı? Kötü bir niyetim yoktu gerçekten."
"Bak." Derin bir nefes alıp devam ettim. "Şu an konuşmasak daha iyi olur. Gerildim, sinirlendim. Tamam mı? O yüzden ağzımdan kalbini kıracak şeyler çıksın istemiyorum."
"Olsun, sorun değil. Konuşalım."
"Peki. Konuşalım ama fazla vaktim yok." Kafasını sallayıp beni dışarı yönlendirdi. Kapalı ortamdan çıkıp açık alana çıkmak iyi gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİSELEYEN YAĞMUR
RandomMAVİ AY, "Bir şansınız daha var. Vazgeçme, bu sefer pes etme. Onun senin için savaştığı gibi sen de onun için savaş." der gibi bana göz kırpıyordu sanki. Oysaki benim gücüm kalmamıştı. Ne olacaktı şimdi? Bitmiş miydi her her şey, beraber izleme haya...