Not afraid to face it

255 25 12
                                    

Kafamı Zihao'nun dizlerine yaslamış gökyüzünü izliyordum. Hanbin'le sarılmamızın üzerinden 3 gün geçmişti ve okula gelmemişti. İstemsizce de olsa içimde olan minik bir his onun için endişelenmeden duramıyordu işte. Dizlerinde yattığım adam ise kafasını kaldırmadan kitabını okuyordu. Gökyüzü masmavi ve açıktı. Kışın gelmesine rağmen nadir bulunacak bir havaydı. Üşüyorduk ama o hissiyatı bize vermiyordu. Sadece ilk karın yağacağı günü iple çekiyordum. Oldum olması kar insanıydım. Etrafın beyaz çarşafla kaplı olması modumu yükseltiyordu. Gözlerimi gökyüzünden çektim ve Zihao'ya diktim.

"Ne okuyorsun?" Gözlerini kitaptan hiç ayırmadan mırıldandı. "Othello" dudaklarımı büzüp güldüm. "Oldukça sinirli görünme sebebini anlıyorum şuan" Ayracını kitabın arasına bırakıp bana baktı. "Aslında ne kadar iyi yüzlü insan var değil mi etrafımızda? Şuna baksana birini karısına karşı bu kadar doldurması bile çok kısa sürdü. Hemen inandı.." omuzlarımı silkmiştim. O kitabı ilk okuduğum zaman bende aynı hissetmiştim. "Benim hayata bakış açımı değiştiren kitaplardan biriydi, kaliteli" Zihao gülerek yanağımı sıktı "Shakespeare yazmış zaten, kalitesiz olma imkanı var mı?" Kafamı olumsuz bir şekilde sallarken güldüm. Yavaşça oturduğum yerde doğruldum. Dışarıda gezen kişilere bakarken Hanbin'lerin o mükemmel arkadaş grubumun çoktan dağıldığını görüyordum. Herkes kendine yeni arkadaşlar bulmuştu. Duvar köşesinde oturan Hanbin hariç. Onu gördüğüm an kalbimin tamamen eridiğini düşünmüştüm. Nefes almayı unutacak hale gelirken gözlerimi ondan çekip beni fark edip etmediğini kontrol etmek için Zihao'ya dönmüştüm. Kitap okumaya devam ediyordu.

Ders çalışmak için kütüphaneye gitmeye karar vererek ayaklandım. Ayaklanmam Zihao'nun dikkatini çekmişti ki kafasını kaldırıp bana baktı. "Nereye?" Omuzumu silkip kütüphaneyi gösterdim. Kafasıyla beni onaylayınca ayaklanıp yerdeki çantamı aldım. Kütüphaneye adımlarken gözlerim Wonyoung'u buldu. Ben ona bakarken onun gözlerinin zaten üzerimde olduğunu fark etmiştim. O gözlerini çekmezken bende çekmedim. Yoluma devam derken aniden bileğimi kavrayan elle sıçrayıp önüme döndüm. Lanet olsun kaybetmiştim.

Ama karşımda duran kişi güzel gamzeleri ile öyle bir gülüyordu ki kızamamıştım bile.

Kendime gardımı indirmeyeceğimi söylerken sonunda yine indiriyordum. Ama bu sefer yapmayacaktım, bu güzel gülümsemenin esiri olmayacaktım. "Önüne bak sakar melek" Dediği şeyle istemsizce utanmıştım. "Pardon? Ne sakarlığımı gördün?" mızmızlanarak konuşmama gülmüş ve bileğimi okşayıp bırakmıştı. Okşamıştı, neden okşamıştı ki? Hayır yani yoksa ben mi öyle hissetmiştim. Ama teni tenime sürmüştü işte. Yutkunup ona bakarken hala arsızca gülümsemesini silahı olarak kullanıyordu. "Ben olmasam kütüphaneye kapıyı açarak değil, duvarı kırarak girecektin de" Dediği şeyle arkasına bakarken gerçekten haklı olduğunu anlamıştım. Wonyoung ile yarışıyım derken az kalsın kafamı patlatacaktım. Kıpkırmızı olduğuma emin olurken hızlıca yandan geçip girişe doğru ilerledim. Hızlı adımlarla içeri koşmaya çalışırken arkamdan geliyordu. "Hao konuşmak istiyorum" arkamdan bağırması beni daha da panikletmişti.

Kütüphane bölümlerine geçemiyordum çünkü ondan kaçarken insanların çalışmalarını bölüp rahatsız etmek bir de üstüne dikkat çekmek hiç istemiyordum. O an mantıklı gelen tek yer olan aşağı depoya indim. Biraz daha hızlandıktan sonra ışıklar tamamen kesilmişti. Korku filminde dışarı değilde eve kaçan insanlara laf ettikten sonra aynı boku yiyordum. Çantamdaki telefonumu bulmaya çalışırken bir ışık yansımıştı gözüme.

Hasiktir.

Görevli dışında buraya girmek yasaktı ve bu benim aklıma yeni geliyordu. Müdürün olmamasını dua ederken duyduğum sesle o olduğuna emin olmuştum. "Hangi serseri geldi yine?! Çık dışarı!" Eğer burdan çıkarsam Bay Park beni dersinden bırakmaktan hiç çekinmezdi. Uzun kitaplık raflarının arasından geri geri giderken sırtımın çarptığı yumuşak şey ile durdum. Gerçekten kesinlikle sıçmıştım.

Vücudum arkamdaki bedenle tamamen yapışmıştı, daha da utanırken sesimi çıkartmamaya çalışıyordum. Arkamdaki kişinin erkek olduğunu fark etmemle bu çok zor olmuştu. Kalçamın etrafında hissettiğim his ile iğrenç hissederken öylece kalmıştım. Tam küfürler etmek için ağzımı aralarken arkamdaki beden ağzımı kapatarak beni kendine daha çok çekmişti. İsteyerek yapıp yapmadığını bilmiyordum ama bunu yapması resmen alt tarafını daha çok hissetmeme sebep oluyordu. Kendimi ona bastırırken bulduğumda panikle hareket etmeye çalışsam da her türlü beni kısıtlamıştı. Garip bir pozisyondaydık kesinlikle. Kollarım arkamda kalmıştı tamamen bir beden olduğum kişi yüzünden kollarımı hareket ettirmeyi bırakın hissetmiyordum bile. Bir elin önden kaçmamam için belimi sarmış diğer eli ise ağzımı kapatıyordu. Bu pozisyon yüzünden aklıma yanlış şeyler gelse bile içimden sadece Bay Park'ın bir an önce çıkmasını dilemekten başka bir şey yapmıyordum. Gözlerim vücudumda duran ellere kaydığında bileğinde duran saate bakmıştım.

Siyah romen rakamları ile yazılı bir saat, tam ortasında ise ShB yazıyordu. Tanıdık bir saatti. Oldukça yakında.. Bu saat Sung Hanbin'in saatiydi. Sahibi de ondan başkası olamazdı.

Shameless-haobinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin