I need you more than I want to

264 30 49
                                    

Işık odayı terk ederken ikimizde de bir hareketlilik yoktu. Ne bir istek ne de bir hareket. Vücudum hala onun vücuduyla birken sadece bekliyordum. Uzaklaşmak istiyordum, neden yaptığını bağıra çağıra sormak istiyordum. Ama elleri vücudumdayken nefes almayı bile unutmuş olabilirdim. Daha fazlasını istiyorduk, o da ben de.

Kendi bedenimi hafifçe ona doğru çevirdim. Belimde dolanan eli hiç hareket etmemişti bile. Karanlık odada birbirimize çok yakındık, aramızda sadece inçler varken onun bu kadar yakınımda olduğunu anlama sebebim yüzüme çarpan nefesleriydi. Yutkunmayı dahi unutmuştum. Sadece bir günlüğüne edepsiz olmak istiyordum. Ama alacağım tepki beni o kadar korkutuyordu ki. Onun daha sevgilisinden ayrılmasından bir ay bile geçmemişti. Bu sadece ondan yararlanmak olurdu.

Ama ben de zaten bunu istemiyor muydum? Ne hissettiğinin ne önemi vardı ki?

Düşüncelerimden ayrılarak bir adım geriye gittim. Kalbim çıkacak gibi hissediyordum. Bu adamın yakınımda olması bana hiç de iyi gelmiyordu. Ondan uzaklaştığımı düşündüğümde hala belimde olan sıcaklıkla aslında adımlarımın boşa gittiğini onun benim üzerime yürüdüğünü anlamıştım.

Adımlarım istemsiz geriye giderken o ise üzerime gelmeye devam ediyordu, amacı neydi anlayamıyordum bile. Öylece ona uyum sağlamam gerektiğini düşünüyordum ancak bir yanım ise sadece uzaklaşmak istiyordu. Ondan uzaklaşmazsam muhtemelen bugünü temiz bir beden ile bitiremeyecektim. Şimdiden erekte olmuşken dudağımı ısırdım ve kalçam küçük dolaplardan olduğunu düşündüğüm şeye çarptığında durmak zorunda kalmıştım.

O ise durmak bilmiyordu. Üzerime eğilmeye başladığında ellerimi omuzuna yerleştirip onu durdurmak istedim. Ancak tüm gücümü kaybetmiş gibiydim. Elleri belimden inerek arka üst baldırlarımı bulmuş ve beni kaldırarak dolabın üzerine oturtmuştu. Yüzünü bile göremiyor olmak çok kötüydü kesinlikle. Dudakları yavaşça boynumu hedeflediğinde huylanmıştım. Dudakları tenime değmiyor adeta sürtünüyordu.

Tenime çarpan nefesleri beni mahvederken bir de ellerinin vücudumda arsızca dolaşması hiç iyi gelmiyordu şu durumdayken. "Hanbin.." titrek sesimle oldukça kısık bir şekilde konuşurken dudakları hafifçe kulağıma yaklaştığında garip bir zevk veriyordu. Durmayacak gibi görünüyordu ama durması lazımdı. Dudaklarımdan çıkan mırıltıya engel olamazken yutkunmuştum. "Wonyoung'la sürekli tartışmanın sebebi bu muydu?" dediği şeyi anlayamazken öylece kalmıştım. "Başından beri hedefindeki ben miydim? Sadece bir temasım ile ne hale geldiğine bak. Herkesin sessiz, asosyal olarak bildiği Zhang Hao benim altıma girmeyi baya hayal etmiş sanırım ha?" Dediği şeyler ile kızardığımı hissediyordum. İlk kez ışıkların olmadığına şükretmiştim. Elleri baldırlarımda gezerken sadece susuyordum. "Şuna bak.. karşımda konuşamayacak duruma geliyorsun" bedeni benden uzaklaşırken boşluğa düşmüş gibiydim. Yavaş adımlarla ilerleyip depodan ayrıldı.

Oturduğum dolapta sırtımı dolaba yaslarken kafamı duvara vurdum. Aptaldım gerçekten. "Onun hislerinin önemi yok diye düşünürken dönüp kendine bakmayı unutmuşsun Hao" dolaptan inerken kendi kendime konuşuyordum. Cebimdeki telefonu çıkarıp flaşını açmıştım. Fark etmeden yere düşürdüğüm çantayı alıp hızlıca depodan çıkmıştım. Uzun zaman sonra karanlıktan çıkınca gözlerim istemsizce yanmaya başlamıştı.

Bir süre sonra etrafa bakıp hızlıca kütüphanenin çıkışına ilerlemiştim. Bana ne yapmıştı o? Bahçe aynı bıraktığım gibiydi. Zihao'nun yanına diğerleri de gelmiş oturuyorlardı, tek fark Hanbin'in de Chaewon ile gülerek konuşmasıydı. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Ben ise şuan tam olarak far görmüş tavşana benziyordum.

"Zhang Hao!!" Gyuvin'in sesi kulaklarımı doldururken Hanbin ve eski arkadaş grubundaki herkesin gözünü üzerimde hissetmiştim. Gözlerden nefret ederdim ama onların gözleri daha da kötüydü. Büyük bir baskı içinde önümdeki bir kaç basamaktan indim. "Tanrım şuna bak, içeride kimle yiyiştin de bu hale geldin?" Wonyoung'un yakın arkadaşı Yujin'in sesleri kulağımı doldururken Wonyoung kıkırdamış ve ona katılmıştı. "Çok ayıp Hao-oppa. Sonuçta burası kurumsal bir yer" Bahçe birden sessizleşmiş adeta bize odaklanmıştılar. Bizimkilere katılmaktan vazgeçmiş ve çıkışa yürüdüm. "Ay utandı kızlar niye öyle diyorsunuz?" Dalga geçer bir şekilde konuşan Rei ile sınırlarım taşmıştı.

Arkamı dönerken üzerlerine hızlı adımlarla yürümeye başladım. Önlerine geldiğimde dördü de gergin görünüyordu. İlk üçlüyü gözümle süzdükten sonra aralarında olgun olduğuna emin olduğum tek kişi olan Gaeul'a bakıp güldüm. "Bu üç köpeğinin tasmalarını takmazsan ben takmak zorunda kalacağım. Ve ikimizde bunu istemeyiz" Hiçbirinin konuşmasına izin vermeyerek arkamı dönüp bu sefer gülerek çıkışa yürümüştüm.

Bana cevap verecek güçleri dahi yoktu, onlar sadece konuşuyordu. Her zamanki gibi. Bahçeden çıkarken dakikalardır bakmamak için kendimi zorladığım adamın gözlerine baktım. Gözlerinin içindeki gururu gördüğümde kendime güvenim daha da çoğalmıştı.

Sana istediğimden daha çok ihtiyacım vardı Sung Hanbin.

yazıyom ama uma m bu fici seviyorsunuzdur ahali

Shameless-haobinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin