Medya: Rüya Işık
Telefonumun çalışıyla parlaklığı düşük olan ekrana baktım. Yabancı bir numaraydı arayan. "Alo."
"Alo Rüya Işık ile mi görüşüyorum?" Ses tanıdık gelmiyordu. "Evet siz kimsiniz?"
"Ben Eşrefpaşa hastanesinden arıyorum Züheyda Işık'ın kızısınız değil mi?" Kaldırım ortasında kalmıştım. Aklımdan bu güne kadar kafamda kurduğum tüm senaryolar geçerken gözlerim dolmuştu. Titreyen sesimle cevapladım. "Evet konu nedir?"
"Anneniz şuanda burada kaburga kemiğinde kırıklar var onu tedavi altına aldık fakat yardımcı olacak bir refakatçi yok siz gelebilir misiniz acaba?" Kemiği mi kırılmış? Benim annem orada yalnız mı?
"Anladım ben hemen geliyorum şimdi." Telefonu kapatıp en hızlı şekilde hastaneye yürümeye başladım. Hastaneye yürümek hemde okuldan. Hadi ama Rüya kafayı mı yedin buradan hastane yürüme mesafesinde bile değil en az bir saati bulur? Ellerimi cebime attım elime gelen tek şey 4 lira 25 kuruştu. Çantama baktığımda içinde buruşuk eski bir 5 tl vardı. Bununla nereye neyle gidilir ki? Tabana kuvvet Rüya yürümeye devam kızım.
...
Hastane odasında elimde ki darp raporuna bakıyordum. Bunu yapmazsam o bize çok daha kötü şeyler yapacaktı. "Rüya sakın! Aklından bile geçirme ver o raporu." Sinrile soluyarak hastane yatağında yatan anneme döndüm. "Ben bu raporu vermezsem o senin daha kaç kemiğini kıracak anne? O senin hiçbir şeyin değil!"
"Onu seviyorum!" Gözümden akan yaşla alaylı bir şekilde güldüm. "Onu seviyorsun ha? Onu seviyorsun. O seni seviyor mu anne? Eminim seviyordur çünkü kalbini kırmamak için kemiğini kırmış değil mi?" İyice sinirlenmiştim. Sinirden ağzım köpürüyordu.
"Anne anlamıyor musun bu herif seni kullanıyor? Seni sevdiği falan yok."
"Haklısın ama... Yok Rüya, elde avuçta yok. Hiçbir şey kalmadı. Borç gırtlağı aştı ne yapayım sen söyle?"
"Bir lokma ekmek için hergün dayak yemene izin veremem anne olmaz." Raporu sıkı sıkı tutarken odadan çıkmak için yektendim.
"Lütfen anneciğim biraz düşün verme o raporu polise."
Kapının kolunu çevirip açarak çıktım. Cidden durum o kadar vahim miydi? Hiç mi paramız kalmamıştı? Peki böyle nereye kadar gidecekti? Annem o adamla böyle yaşamaya devam edemezdi. Biraz hava almak bana sağlıklı düşünmem için gerekli oksijeni sağlar herhalde. Kendimi kordonda buldum. Denizin güzel kokusu akşam üstü serinliği ile iliklerime kadar işliyordu. Denize ve dalgalara baktım. Kenarıda ki kayalıklara yaklaşıp denizle arama üç adımlık mesafe koydum. Anneme yük mü oluyordum? Belki bu dünya bir pislikten kurtulurdu. Kayalıklara iyice yaklaşıp gözlerimden akan yaşlarla gözlerimi kapadım.
Kollarımı açıp denizi koklarken kendimi orada hayal ettim. Kuş tüyü gibi hafifledim sanki. Kendimi karanlık sulara bırakacakken bir ses duydum. "Dur! Ne yapıyorsun?!"
Gözlerimi açıp arkama döndüğümde gördüğüm gözler yabancı değildi. "Atlamayı düşünmüyorsun değil mi?"
"Bilmiyorum." Gerçekten bilmiyorum. Ne yapayım bilmiyorum. "Ağlama." Akan gözyaşlarıma bakarken söylemişti. Daha çok ağladım.
"Hadi gel böyle bak denize çok yakınsın." Dedi eliyle olduğu yeri göstererek. Yeşil gözlerini korku kaplamıştı. Henüz tanımadığı bir kız için neden korkuyordu? Adımlarımı yavaşça ona yönelttim. Birkaç adımda yanına gelmiştim. "Kimsin sen?"
"İsmim Can, neden bunu yapmaya kalktın?" Can, ismi Can. "İyi değilim ve bu dünyada kimsenin işine yaramayan gereksiz biriyim." Fazla klasik evet ama öyleyim.
"Neden böyle düşünüyorsun? Kendini gereksiz görme." Gel de görme bakalım böyle bir durumda. "Sen nasıl bu kadar hayattan zevk alıyorsun ya?"
"Nereden biliyorsun?"
"Gözlerinden."
Gözlerinden, güzel gözlerinden. Hayata, dünyaya karşı ışık saçan gözlerinden.
"Burası çok soğuk evine git artık." Dedi ellerini birbirine sürterken. "Annem hastanede oraya gideceğim."
"Geçmiş olsun sorun ne?" Alay ediyormuş gibi gelmişti bu soru. Alayla güldüm bende.
"Sevgilisi kaburgasını kırdı." Gözleri şaşkınca bana bakıyordu. "Kusura bakma biraz yanlış sordum galiba."
"Senlik bir sorun değil."
"Seni götürmemi ister misin?"
"Sağol ben giderim."
"Peki kendine iyi bak."
"Sende."
...
Annemle beraber hastaneden çıkmıştık. Eve geldiğimizde onu doğruca odasına götürüp yatağına yatırdım. Kendi odama geçtiğimde düşünceler aldı aklımı. Fakat nedense tüm sorular ona çıkıyordu, Can'a. O aklımın kenarına takılmış öylece duruyordu. Aklımdan çıkmıyordu ışık saçan gözleri. Kendime kahve yapıp kadife kaplı defterimi aldım ve balkona çıktım. Kalemin ucunu hareket ettirirken karşı balkondan gelen sesler dikkatimi çekti. Balkonlarımız yakındı ve ses çok net olmasa da anlaşılır şekilde geliyordu.
"Baba bu sefer yıldızların altında çalar mısın?" Dedi şımarık çocuksu haliyle kızıl saçlı kız. Onun gözleri de yeşildi, beyaz teni dikkat çekiyordu. Hafif hafif de çilleri vardı, şımarık ve sevimli görünüyordu. Beyaz siyah çizgili kazağının omzu düşmüş ve siyah askısını oraya çıkarmıştı.
"O ne kızım manyak mısın sen?" Bunu diyen kişi yeşil gözleriyle dikkat çeken bal rengi saçlarını kendi halinde bırakmış, açık kavi kazağına uyumlu siyah ceket giymiş olan Can'dı.
Bir dakika... Ne?! Can benimle aynı sitede mi oturuyor?! Hemde karşı balkonda?! Peki o kız kim?!
"Sen ne anlarsın müzik zevkinden huysuz şey?" Dedi gözlerini devirerek şımarık kız. "Abinle doğru konuş ufaklık." Sert ifadesiyle söyledi Can. Bu kız onun kardeşi olmalıydı herhalde. Yanlarında onların tatlı didişmelerini eğlenerek keyifle izleyen kır saçlı, yeşil gömlekli hafif tombul orta yaşlı bir adam vardı. Baba dediklerine göre babalarıydı. Gülerek eğlenerek sohbet edip şarkı söyledikleri babaları. O adam elindeki gitarla çocuklarına şarkı söylüyordu. Benimkisi olsa herhalde gitarı kafama geçirip işkence aleti olarak kullanırdı. Ne komik ama.
Bu bölümü nasıl buldunuzz??? Hoşunuza gittiyse yorumlarınızı bırakır mısınız??? Umarım vote sayımız da yükselirrr.
Sizce diğer bölüm nasıl olacak? Rüya'nın başına neler gelecek? İntihar etmek için haklı sebepleri var mı? Sizce bu sebepler doğru mu?
Yeni bölümler için takipte kalın ve lütfen kitabı paylaşmayı unutmayın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUPA KIZI VE SİNEK VALESİ
General Fiction"Bir iskambil falında çıkmıştık birbirimize O güzel kupa kızıydı, sinek valesiydim bense Gece yarısı, o perşembe rastladım köprü üstünde "Ağlama" dedim, o ağladı trabzanlardan indiğinde." İntihar etmeyi düşünmek için fazla küçük olan bir kız. Acı ne...