Hastaneye girişimle avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım.
"Annem nerede?!" Can hızlı adımlarıma yetişemiyor, arkamdan geliyordu.
"Sakin olun sorun nedir?" Bağırışımı duyan bir hemşire hemen yanımda bitmişti.
"Az önce beni aradınız," Gözyaşlarım öfkeden kızarmış gözlerime eşlik ediyordu. "Anneme birşey olduğunu söylediniz."
"Annenizin adı neydi?"
"Züheyda Işık."
Hemşire elinde tuttuğu dosyaları biraz karıştırdıktan sonra bir dosyada duraksadı. Yutkundu. O an anlamıştım aslında. Birşeylerin ters gittiğini o an anlamıştım.
"Hemşire hanım konuşsanıza!"
"Annenizi maalesef kaybettik," Beynimde şimşekler çaktı. Olamazdı. Benim annem ölemezdi. Herkes ölürdü. O ölemezdi. Ben daha çok küçüktüm. Şimdi o olmayınca ben naparım?
"N-ne demek kaybettik?" Öfke nöbetine girmeme ramak kalmıştı.
"Polis beyler bu konu hakkında sizinle konuşmak istiyordu."
Polisin ne işi olur benimle? Ortada sebep yokken hemde. Annemin ölümü şüpheliydi belli. Ama ben daha onun öldüğünü bile kabullenemedim ki ölümü hakkında ifade vereyim. Bacaklarım titrerken daha fazla ayakta kalamadım. Gözlerim kararırken son gördüğüm yere düşerken beni tutan Can'ın endişeli gözleriydi. Tekrar gözlerimi açtığımda çok dua ettim.
Allah'ım ne olur bu bir rüya olsun? Şimdi odamda uyanayım. Annemin çorbasının kokusuyla...
Olmadı. Buz gibi hastane odası karşıladı beni. Kolumda bir serum vardı. İlk aklıma geleni yapıp serumu kolumdan söktüğüm gibi dışarı çıktım. İlk adımlarımda sendeledim biraz, midem bulandı, gözlerim karardı.
Bakışlarım koridorun sonunda grup halinde sohbet eden üç polisi bulduğunda adımlarımı daha da hızlandırıp yanlarına gittim."Ben Züheyda Işık'ın kızıyım, ne olur söyleyin anneme ne oldu?"
Polisler önce şaşırdılar ardından üzgün bir ifadeyle konuştu aralarından kısa boylu, göbekli olan amir.
"Anneniz başından vurularak öldürüldü kızım. Biliyorum senin için zor ama ifade vermen gerek." Hala ikna edemiyordum beynimi annemin öldüğüne. Öldürüldüğüne.
"Annemi görmek istiyorum." Gözyaşlarım arasından feryat ettim. Vücudum gücünü kaybettiği sırada arkamdan beni saran kolların tanıdıklığını fark etmem uzun sürmedi. Sonra tekrardan kararan gözler, başımda toplaşan insanların sesleri. Can'ın kollarından sıyrılmaya çalışarak bağırdım.
"Dokunmayın bana annemi göreceğim!"
...
Zar zor sakinleştirici iğne yapmışlardı. Şimdi hiç mecalim yoktu bağırmaya, ama ağlıyordum. İçin için ağlıyordum. Bir hemşire kolumdan tutarak yürütüyordu beni morga. Diğer kolumda Can. O da perişan halde. Fakat ben şuan annem hariç hiçbir şeye odaklanamıyordum. O buz gibi morg kapısından içeri girdiğimizde gözyaşlarım bir kez daha tazelendi. Güçsüz bedenim zar zor adım atarken beynimden kıvılcımlar çıkıyordu. Kapaklardan biri açıldığında hemşire bıraktı artık kolumu. Ama Can hiç gitmedi yanımdan. Annemin sıcaklığından ırak buz gibi bedeni cansız halde çıkarıldığında içimdeki o koca boşluk kalbime baskı yapıyordu. Kalksa ya şimdi oradan, sarılsa bana sıkı sıkı. Eskiden sıcacıktı, şimdi buz gibi. Üşür ki benim annem. Yazın bile üşürdü benim annem. Ayaklarında çorap bile yok, buz gibi. Kabul edemiyorum işte. Benim annem ölmez.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUPA KIZI VE SİNEK VALESİ
General Fiction"Bir iskambil falında çıkmıştık birbirimize O güzel kupa kızıydı, sinek valesiydim bense Gece yarısı, o perşembe rastladım köprü üstünde "Ağlama" dedim, o ağladı trabzanlardan indiğinde." İntihar etmeyi düşünmek için fazla küçük olan bir kız. Acı ne...