Her insan korkuya sahiptir, kimi çok korkar, kimi de az. Ama korktuğunu belli etmeyen insanlar daha çok korkar! Hazır mıydım deli gibi korkmama rağmen, güçlü gözükmeye? Peki çimen yeşili gözlerde ki karanlık mıydı beni korkutan, yoksa bilinmezliğe adım attığım mıydı?
Mercedes marka spor araba, asfaltı ağlatarak hızla şehrin dışına doğru ilerliyordu. Artık ağlamam durmuş, yerini iç çekişlere bırakmıştı. Atlas belirli aralıklarla göz ucuyla, acıma ve küçümseme içeren kaçamak bakışlar atıyordu. Bu durumun farkında olsam da fark etmemiş gibi boş gözlerle arabanın ön camından farların aydınlattığı beyaz şeritleri izliyordum. Beynimin içindeki cevaplanmayı bekleyen milyonlarca uğursuz soruyla uğraşmaktan daha iyiydi.
"Aptalın tekisin," dedi düm düz bir sesle. "Künyeyi Varol'a mı verdin? O künye için ağladın, göz yaşların bu kadar sahte işte, sonra hiç bir şey olmamış gibi Varol'a verdin."
Kafamı çevirip boş boş sürücü koltuğunda kasıla kasıla oturan Atlas'a baktım. Kafasını çevirdi kısa bir bakış atıp önüne döndü. Emir'in avucuma bıraktığı metali sıktım. Kafamın için de ona ne söyleyebileceğimi düşündüm ona gerçekten niye o künyeyi verdiğimi söyleyemezdim. Sadece susmakla yetindim. En iyisi susmaktı.
Boğazımın geçmek bilmeyen acısı yüzünden, kurumuş boğazıma rağmen zorlukla yutkundum. "Beni sahil kenarına götür," dedim pürüzlü bir sesle. Hemen ardından da daha kısık bir sesle ekledim "Lütfen!"
Atlas cevap vermedi direksiyonu sert bir şekilde kırdı ve sesli bir dönüş yaptı. Direksiyon hakimiyetini tek eliyle sağlıyordu. Yaptığı dönüş sırasında kollarındaki pazılar geriliyordu. Diger eliyle torpidoda bir şeyler karıştırıyordu.
Anlaşılan sahil kenarına götürmeyecekti. Bunu ondan istediğim için Atlas'ın da dediği gibi gerçekten de aptaldım. Beni öldürmeye kalkan bir insandan beni sahil kenarına götürmesini istiyordum, bu mafya babasına pembe tayt giydirip bale yaptırmak kadar saçmaydı ama ihtiyacım vardı.
Umutsuzluğun sürüklediği düşüncelerle boğuşuyordum. Tıpkı denizde sürüklenen ağaç parçası gibi akıntıya kafa tutmak isten bir o kadar da çaresizce boyun egen ağaç parçasından ne farkım vardı?
Torpidodan çıkarttığı siyah poşeti umursamazca bana bacağımın üstüne attı. "Senin," dedi buz gibi bir sesle. "Artık Gurur Çulha değil, Gurur Soydan'sın."
Siyah poşeti elime alıp yeni kimliğime baktım. İçimde ki rüzgarlar fırtına olmuş bana kafa tutuyorlardı. Gurur Soydan kimdi? Ben Gurur Çulha, olmayı bile beceremeyen biriydim pek ya Gurur Soydan nasıl olacaktım? Bu bilinmezlik bana ne kazandıracaktı, peki ya neler kaybettirecekti?
Her şey aynıydı, doğum tarihim, doğum yerim, ana adım, baba adım hepsi aynıydı değişen tek şey soy adımdı. Acınası halime deli gibi güldüm. Boş gözlerle kimliğe bakıp elimde tuttuğum kimliği sıktım.
Arabanın durmasıyla boğulduğum düşünce denizinden çıktım ve etrafıma bakınmayı akıl ettim. İşte oradaydı her zaman ki oturduğum bank. Açıkçası beni sahile götürmesini isterken bile götürmeyeceğinden emindim ama yine de son bir ihtimal şansımı denemiştim. Mutluluk kırıntılarının bana bıraktığı tebessümle kafamı Atlas'a çevirdim. Çenesinin ucuyla bankı işaret edip gitmemi söyledi. Arabadan çıkıp koşar adımlarla banka yöneldim. Yağmur hala yağsa da eskisi kadar şiddetli bir şekilde yağmıyordu. İnce ince çiseleme şeklindeydi.
Hiç düşünmeden gidip ıslak bankın üzerine oturdum. Dalga sesleri beni yatıştırırdı her zaman gözlerimi kapayıp tuzlu ve yosun kokulu huzuru içime çektim. Babamla el ele yürüyüp bu bankta otururduk. Çoğu zaman ya pamuk şeker olurdu elim de yada sıcacık kestane. Kestaneler sıcak olduğu için kabuklarını teker teker babam kendi soyup avucuma bırakırdı. Şimdi yediğim kestaneler de hiç bir zaman o zaman ki tadı alamadım ben. Babam dirseklerini bankın arkasına yaslayıp deniz kokusunu içine çeker "huzur" derdi. Burası benim gizli sıgınağımdı. Mutluluklarımın şahidi olduğu gibi derin acılarımın da şahidiydi bu bank. Bazı sabahları beraber görür, bazı gecelerde kederin dibine beraber vururduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASKER YEŞİLİ
Teen FictionTarih tekerrür edecekti, geçmişin küllerini yeniden yakacaktı yeşil gözlü bunun farkındaydı. Hoş istediği de buydu ya. Kavruluncaya kadar yanmalıydı ateşte ve acılar bir bedene dönüşmeliydi zırhlara bürünmüş Atlas Alkan gibi... Sırlarla doluydu haya...