Sonbaharın o nadir iç ısıtan güneşli bir gününe ev sahipliği yapıyordu Denizlinin soğuk sokakları. Ama güneş inatla ısıtmak istiyordu soğuğunu...
Göz kapaklarımın üstüne vuran altın renginde ki düşmanım selamladı önce beni. Biliyordum ki gün ışığı aydınlıktı ve benim aydınlığım karanlıktı. Gün ışığı artık uyanmanın vakti geldiğini söylese de, inatla birkaç dakika daha gözlerimi açmadım. O mest edici, doğal akasya kokusunu çektim ciğerlerime. Bu kadar güzel kokmamalıydı yada böyle güzel bakmamalıydı çimen yeşilleri.
Gözlerim kapalıydı ama o akasya kokusuna ev sahipliği yapan kusursuzluk abidesi, insanlara can veren çimen yeşilinin Atlas'ın gözlerinde yaşam değil de, ölüm olduğunu keşfettiğimden beri çimen yeşili gözleri beni daha da kendine çekiyordu.
Bana güzel anılar veriyordu. Koskoca yirmi iki yılımı iki cümleyle özetleye bilirdim. Peki ya Atlas'la geçirdiğim bu kısacık bir ayı özetleye bilir miydi kelimeler? Hayır. Hiç sanmıyorum!
Kırık kanatlarımı hırpalaya hırpalaya, canımı yaka yaka uçmayı öğretiyordu bana! Bana hissettirdiği çok tuhaf şeyler vardı. Kendimi garip hissediyordum. Gözlerimi araladım hafifçe. Gün ışığına bile gülümsedim yeşillerden hemen önce. Yeşil gözler gözlerimi karşıladı. Işıl ışıldı gözleri. Yüzü sert olsa da korkunç değildi.
Gece yattığımız pozisyonda değildim. Atlas'ın kolları bedenimi kavramıştı düşmemem için. Nefesim Atlas'ın göğüs kafesine çarpıyordu. O mükemmel akasya kokusu çok yoğundu.
"Dün ne yaptınız?" diye sordu çatık kaçlarıyla. Sesi sinirli değildi ama her an sinir olabilecek bir tınısı vardı. "Doğrusu beklediğimden daha da iyiydin dün."
"Sana da günaydın!" dedim Atlas'ı duymazdan gelerek. Bu adam nasıl böyle iş kolikti? Kahretsin bende öyleydim ama onun kadar değil! Madem laf sokacaksa bu karşılıklı olmalıydı. "Elbise ye bayıldım. Tüm marifet ondaydı."
Tabi ki elbiseye bayılmamıştım, hatta nefret etmiştim. Kim orasını burasını göstermekten zevk alırdı ki? Tamam bunu severek yapanlar vardı ama ben onlardan değilim işti. Neyse, zaten elbiseyi layık olduğu yere göndermiştim. Çöpe!
"Beğendiğine sevindim giymezsin diye umuyordum," dedi göz kırparak. "Paralarsın, kot-tişörtle gelirsin sanmıştım!"
"Ne haddime Atlas Bey?" diye sordum yüzümü buruşturarak. "Siz zahmet edip almışsınız, bende lütfedip giyiverdim yani."
"Kes sesini Gurur!" diye hırladı. Korkuyla kirpi gibi büzüştüm. Kolum Atlas'ın kaslı göğsüne değince panikle yeri çektim. Sanki kirpiyim de oklarımda zehir varmış gibi Atlas da gerileyince olanlar oldu tabi. Tam düşmek üzereyken Atlas beni belimden kavrayıp kendine çekti. Onun dudaklarından çıkan nefesi soluyordum. Santimler değil milimler vardı dudaklarımızın arasında. Boğazımın kuruduğunu hissettiğim için, yutkundum. Dün bütün gece bu koltukta düşmeden nasıl uyuduğumu şimdi daha iyi anlıyordum.
Dün kurusun diye toplamadığım saçlarım bize ikimizi girdiği bir duvak olmuş gibiydi. Gözlerim sadece Atlas'ın yeşil gözlerini görüyordu. Çimen yeşili gözlerine bakarken nefesimi tuttum. Kalp atışlarımı sustururum diye ama o susmak yerine daha da hızlı atıyordu. Sıkıntıyla nefesimi dışarı üfledim. Atlas gözlerini kapadı birkaç saniye gözlerini açtığında yeşilleri yoğunlaşmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASKER YEŞİLİ
Teen FictionTarih tekerrür edecekti, geçmişin küllerini yeniden yakacaktı yeşil gözlü bunun farkındaydı. Hoş istediği de buydu ya. Kavruluncaya kadar yanmalıydı ateşte ve acılar bir bedene dönüşmeliydi zırhlara bürünmüş Atlas Alkan gibi... Sırlarla doluydu haya...