23. THE LAST ESCAPE

568 44 81
                                    

"O ışıklı okyanus tamamen sessizliğe gömüldü. Dolanıp duran ayaklarım izler bırakıyor. Görünüşümün öldürebileceğini söylüyorlar, belki deneyebilirim. Bütün bunların arasında seni sevmeme izin ver... Kendini bana teslim et."

Bölüm Şarkısı | Grouper - Poison Tree

İyi okumalar :)

***

Asla bulamayacağı şeyi kaybedenlere...

Istırapların en büyüğü bu olmalı. Asla bilinemeyecek yaşantıları özlemek. Geleceğin ihtimallerini zihnin kıyılarında yaşatmak, kaybedilen varlığın cesedinin günden güne çürüyüşünü izlemek demekti.

Marcus Aurelius "Bunun yasını tutma ve endişelenme." diye bir söz söylüyor. Bazen bir şeyler olduğunda şöyle bir his doğar içimize: "Her şey bitti. Her şeyimi kaybettim." Bunun ardından şikâyetler, kendine acıma ve perişanlık gelir. Bu çoktan olmuş bir şey için verdiğimiz faydasız bir savaştır.

Geçmişin keskin bıçakları sırtımda yer edinecekti daima. Lanet bir alarm gibi hatırlatacak ve başımı ağrıtacaktı. İçlerinden en temiz olanı bütün duruluğuyla karşıma çıkmıştı. Anne olmuştu. Bir zamanlar kardeşimi benim kadar sevdiğine inandığım genç kız mahcubiyetle karşımda yer alıyordu. Kucağında bir buçuk, iki yaş civarı görünen can parçasıyla. Annelik içgüdüsüyle bir eliyle sırtını okşadığı ufak bedenin küçük parmaklarını diğer eli ile kavramış usulca okşuyordu.

O acı kaybımı yaşadığım günden sonra onu bir daha görememiştim. Jimin, onun hakkında psikolojik tedavi almaya başladığını ve sonrasında okuluna yurtdışında devam ettiğini söylemişti. Tedavi süresi boyunca beni görmek istememişti. Haklıydı, aşmaya çalıştığı durumu hatırlatmaktan başka bir şeye yaramayacaktım. Kırgın değildim, olamazdım. Bunları kimseye yaşatmaya hakkım yoktu neticede.

Bir şeyler değişmişti. Hayır, çok şey değişmişti. Değişim beklenmedik anda gelmiş bir çok şeyi değiştirmişti. Farklılıklar vardı. Eksik ve fazlalık olan şeyler. Çok konuşmayı seven küçük kızın gözlerindeki ışıltıların birer birer sönmesi gibi.

Olgunlaşmış ruhun değil de, acıların aynası olan durgun gözler vardı. İçinde tonlarca acı barındıran, parıltıları kayıplarında kavrulmuş yüreğin hüzünlerinden taşan, çok güzel gözler vardı. Neşesini yitirmiş anlamlı bakan gözler vardı. Defalarca parçalanmış, üzülmüş, yaralanmış acı geçmişini ele veren iri hareler.

Salonun ortasındaki koltukta, yüzü bana dönük şekilde otururken kapı girişinde olan bedenimin farkına varamamıştı. Kapı pervazında dikilmiş küçük kız kardeşimin ne kadar büyüdüğünü idrak ediyordum. Zaman acımasızdı, gençlik hiçbir zaman geri gelmeyecekti.

Avuç içlerimdeki teri giydiğim siyah kumaş pantolonuma sürttüm. Gergindim ancak korku yahut endişeden kaynaklanmıyordu. Uzun yıllar sonra bana kardeşimi hatırlatan geçmişin nostaljisi zayıf nabzımın mutluluktan artmasına neden olmuştu.

Dakikalarca uzun uzun yüzünü izledim. Cesaretimi topladığımda ise adım atmayı başarabilmiştim. Bir adım, bir adım daha... Bir adım daha...

Görüş açısının başrolü olmayı kazandığımda, göz göze geldik.

Sessizlik oldu. Kulaklarımı çınlatan derin bir sessizlik.

Kabuk tutmuş yaralarını kanatmamdan korkan özlem dolu bakışlar, bir ağabey tarafından avutulmayı bekleyen, insanın içini acıtan buruk gülüşleri vardı.

Başarılı oyunculuğuna rağmen yüz ifadesini kontrol etmekte zorlandı. Çekingen ve ürkek bakışları suratımda gezindi. Bembeyaz parlak kusursuz teni, gece karası beline uzanan saçları, çipil çipil bakan kocaman ela renkli gözleri, dolgun dudakları, küçük burnuyla alımlı ve kendi ayakları üzerinde durmayı başaran güçlü bir kadın karşımda yer alıyordu. Fakat karşımdaki asıl gerçeklik; on beş yaşındaki kız çocuğuydu, savunmasızca gözlerime bakıyordu.

THESE VIOLENT DELIGHTS | Taekook +18 |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin