Merlin'in tekrar uyandığında fark ettiği ilk şey, tavanın artık ilgi çekici olmayı bırakıp nefret etmeyi öğrendiği sıkıcı, düz beyaz bir yüzeye dönüştüğü olmuştu. Fark ettiği ikinci şey ise uğultuydu. Birisi evindeydi ve kulağa fazlasıyla tanıdık ama yine de tanınmayacak kadar uzak gelen bir melodiyi mırıldanıyordu.
İçgüdüleri ona koşup polisi araması için bağırıyordu. Birisi evine girmişti ve o hala içerideydi! Neden hala ölmemişti? Neyse ki Merlin'in hissettiği üçüncü şey ise, tavuk suyu çorbasının enfes kokusuydu ve ağzı hemen sulanmıştı.
Arthur evine girmişti, yine.
Fark ettiği dördüncü şey ise, titreyen bacakları ve yine hasta olduğu gerçeğiydi.
Acı ve baş dönmesine rağmen Merlin vücudunu ayağa kalkmaya ve pijamalarıyla yavaşça mutfağa doğru gitmeye zorladı. Elbette orada Arthur'un ocağın başında durup dans ettiği ve kesinlikle kafasında çalmakta olan şarkıyı mırıldandığını görebiliyordu. (Çünkü Arthur'un bir şarkıyı kafasında yeniden canlandırmak için duymasına gerek yoktu, o bir müzik dehasıydı, tıpkı böyle, denemeden, elbette.) Göğsünde kontrol edilemeyen bir yangın gibi yayılan kötü şöhretli bir ağrı oluştu. Arthur'u her günün her sabahı dağınık saçları ve üst düğmeleri açık gömleğiyle ve o hemen uyandıktan hemen sonra o ışıltılı gülümsemesi ve gözlerini görme arzusu midesini, bağırsaklarını, kalbini ve vücudundaki diğer bütün organları yaktı, büktü, Merlin'e içeriden eziyet etti.
Sonra Arthur döndü, gülümsemesi neredeyse kulaklarına varıyordu ve Merlin'in durumunu inceledi, başını biraz yana eğerek salladı, belli ki gördüklerinden memnundu. "Ah, uyanmışsın."
"Ne oldu?" diye sordu Merlin, gözlerindeki çapakları silerek ve bilinçsizce esneyerek. Uykudan buruşmuş, birbirine çarpmış ve eğilmiş bir halde nasıl bir manzara yarattığını düşünmek bile istemiyordu. Arthur kesinlikle her ona gülebilirdi.
"Birbirimizi tanıdığımız bunca yıl boyunca en kötü ateşinle işe gitmek istiyordun ve bunu hatırlamaman bile benzi endişelendirmeye yetiyor. Neden ayaktasın? Yatağına geri dön," dedi sertçe, suçlayıcı parmağını Merlin'e doğrultarak.
Ancak Merlin kafasının içinde çok derin bir çukur kazıp büyük bir çaba harcadığında bile bazı anılar hala orada kalmıştı. "Hayır... Hayır... Sanırım en azından başlangıçta yatağa geri döneceğime dair hiçbir anım olmadığını ve yatmayacağımı hatırlıyorum. Ben büyük bir çocuğum, Arthur, kendi başımın çaresine bakabilirim."
"Eğer kendini daha iyi hissetmeni sağlayacaksa," Arthur burnunu kırıştırıp yaklaştı ve bir elini Merlin'in sırtına koydu. En yakın arkadaşı onu oturma odasının mutfağa bağlı küçük kanepesine doğru yönlendirdiğinde Merlin neredeyse yerinden fırlayacaktı. Arthur kol dayanaklarından birindeki tüylü battaniyeyi alıp Merlin'in omuzlarına koydu ve sonra daha memnun bir şekilde, "Sana çorbanı getirene kadar burada bekle, seni koca oğlan," dedi.
Merlin, kendisini rahatsız edecek şekilde, gerçekten de tekrar uyumak istiyordu ama onurunun hatırına dayanması ve zihnini çalışır durumda tutması gerekiyordu. Uyanık olduğu süre uzadıkça akşına daha fazla anı geldi, diğer yandan bu anılardan bazılarının zihninin derinliklerinden unutulmasının daha iyi olacağı kararına vardı. Arthur onu güçlü kollarıyla öyle zahmetsizce taşımıştı ki Merlin bu konuda tek bir kelime bile etmedi. Odak noktası kayıyordu ve bunca zamandır kaçınmaya çalıştığı her şeyi mahvedebilecek hatalar yapmaya başlamıştı. Belki de çoktan her şeyi mahvetmişti ve Arthur, Merlin'e kendisini artık rahatsız etmemesini ve ona karşı aynı şekilde hissetmediğini söyleyebilmek için kendini daha iyi hissedene kadar bekliyordu.
Başını ellerinin arasına aldı, iğrenme içinde boğuluyordu, korkunç bir duygu omurgasından yukarıya doğru tırmanıyordu. Bu adil değildi, Merlin açıkça ateş haplarıyla uyuşturulmuşken Arthur onun evine girmemeliydi. (Çünkü evet, Merlin gerçekten de kendi başının çaresine bakabiliyordu, çok teşekkürler.) Merlin'e istediği zaman, istediği yerde öylece dokunmamalıydı ama bu sadece Arthur'un tam olarak yaptığı şeydi, değil mi?
"İşte, yemeğini ye ve sonra tekrar uyu," Arthur, Merlin'in omzunu anlamlı bir şekilde okşadı ve muhtemelen sadece kasenin tamamını bitirmesini denetlemek için yanına oturuyordu.
"Sağlığım hakkında bu kadar endişelenen bir anne tavuk gibi davranıyorsun ki, açıkçası Arthur, bu beni çok duygulandırıyor." Merlin bu sözlerin dudaklarından kolayca çıkmasına izin verdi ve en sevdiği tavuk suyu çorbasının lezzetli kokusu karşısında gözlerini kapattı.
Sarışın hiçbir şey söylemedi, Merlin'in kendisine hakaret ettiğini bile kabul etmedi, sadece orada oturdu ve çorbanın kaybolmasını izledi.
Bir kez daha, tüm bu durum... tuhaf, nahoş ve yeniydi. Aralarında daha önce hiç yaşanmamış bir sessizlik vardı ve Merlin bundan nefret ediyordu. Bunu nasıl düzelteceğini bilmiyordu. Yüksek sesle yutkundu, gözleri Arthur'u dikkatle imceliyordu ve kendini en kötüsüne hazırlıyordu.
Sinir bozucu olan da buydu, Merlin hatalar yaptığını biliyordu ama Arthur'un bu kadar mesafeli davranmasının nedeni bu olamazdı, değil mi? Kesinlikle mantıklı bir çözümü vardı ve Merlin kesinlikle çok fazla şey okuyordu... kesinlikle.
"Gwen, Lancelot'la çıkıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny and chicken broth /Merthur
Fanfiction*Çeviridir. *Tamamlandı *** Arthur, Merlin'e çok fazla dokunuyor. Arthur, Merlin'e belki de biraz fazla dokunuyor.