Bölüm 2

74 4 3
                                    

"At pisliği gibi kokuyorsun ve abartmıyorum."

Merlin dondu, burun deliklerini genişletti ve at dışkısının uzak kokusunu hissetti, gözleri aniden sulandı. "Aman tanrım, Elena haklı. Ne halt ediyordun sen?"

Arthur homurdandı, burnu Merlin'in nabzına tehlikeli derecede yaklaşıyordu ve her ne kadar kokusu gülünç derecede iğrenç olsa da bu yakınlık Merlin'in yırtık sarı battaniyenin üstüne kusmasını engelliyordu. "Atlarla fotoğraf çekimleri, polo kıyafetleri garip bir şekilde popüler."

"Ve buraya gelmeden önce duş alman gerektiği aklına gelmedi mi? Gerçekten şampuan kullanan arkadaşlarına mı?" Merlin Arthur'un bileğini kavradı, kaslı kollarını gücüne karşı mücadele ederek terli vücudunu üzerinden atmaya çalıştı. "Kahretsin... Beni bırakabilir misin? Nefes alamıyorum..." O anda Arthur onu bir yanından çimdikledi ve Merlin bağırdı. "Arthur! Bırak beni! At pisliği gibi kokmak istemiyorum!" bir kez daha adamın kollarını çekiştirdi ama kucaklaşmadan kurtulmak nerdeyse kelepçelerden kurtulmakla kıyaslanabilirdi.

"Bilgin olsun diye söylüyorum, Merlin, yaptım, aslında, duş aldım ama korkarım ki yüzüm doğrudan kahverengi sümüksü maddeye düştükten sonra at pisliği kokusunu üzerimden atmak imkansız olacak." Sanki dışkıya bulanmak tamamen normal bir şeymiş gibi sıradan bir şekilde cevap verdi Arthur.

Merlin içini çekerek pes etti ve kendisinin de at pisliği gibi kokacağı düşüncesiyle barıştı. "Dün sana getirdiğim kötü ekmekten dolayı beni cezalandırıyorsun, değil mi?"

"Belki öyledir, ya da seni öldüresiye ezmek hoşuma gidiyordur." Arthur'un kolları onu daha da sıkıştırdı ve Merlin hırladı, neredeyse gözlerinin yerinden fırladığını hissetmişti. Görüşünün yeniden netleşmesi birkaç saniye aldı ve Arthur'un kolunun altından çıkmaya çalıştı.

"Bu tavırla, Gwen ortaya çıkmadan beni kesinlikle öldüreceksin... Ve o nerede?"

"Kız kardeşim muhtemelen onu yine atölyesinde tutuyor. Birisi kapalı kapılar ardında başka şeylerin de olduğunu düşünebilir," Arthur alay etti, sonunda bir eli Merlin'in belinden çekilip sadece parka gelmeden önce dikkat çekici bir şekilde yaptığı siyah saçlarını karıştırdı. Ancak Merlin, bu jeste karşı mücadele etmenin yalnızca acı verici olacağını ve bundan daha az bir şey olmayacağını bildiği için hareket etmeye karar verdi.

"Sen bir aptalsın."

"Ve sen de çok kemiklisin. Sana her gün öğle yemeği getirmemin seni daha as iskeletsi yapacağını düşünmüştüm ama sanırım bu durumu daha da kötüleştiriyor. Sivri dalları ve çıkıntıları olan bir ağaca çıplak sarılmak gibi."

Merlin gözlerini devirdi, her gün öğle yemeği getirmenin sadece düzenli bir diyet yapmasını sağlayacağı ve dolayısıyla öğle yemeğini yemeden önce olduğundan daha fazla kilo vereceğini açıklayamayacak kadar yorgundu. "Seni buraya kucaklaşma seansı için davet ettiğimi hatırlamıyorum o yüzden belki de normal bir insan gibi battaniyenin üzerine oturup bu sohbete daha fazla insanı dahil etmelisin."

Elena güldü ve Merlin bunun daha önce de yaşandığını görmeden edemedi. Onun ve Arthur'un özel çekişmeleri, kendi küçük baloncuğundaki herkes için tuhaftı. Arkalarında binlerce duygu ve düşüncenin saklı olduğu, o kadar derin ve dolu, mavi cafcaflı gözlerde kaybolmak o kadar kolaydı ki... Merlin bunu keşfetmek istiyordu, Arthur'un zihninin kapsamını, diğer çocuğun ne düşündüğünü bilmek istiyordu, her şeyi bilmek istiyordu. Ancak bunu yapmak riskten de öte bir şeydi ve yalnızca acıyla sonuçlanırdı.

Bu çileye değmezdi.

"Ah, endişelenme, bir kocanın yapacağı gibi Arthur'un kollarında boğulmamaya çalışmanı izlemekten her zaman keyif aldım," dedi, muhtemelen birkaç dakika onları izledikten sonra. Merlin bilmiyordu, zamanın nasıl geçtiğini tamamen kaybetmişti.

"Romantizmle ilgili fantezilerinizin ne olduğunu bilmiyorum ama sevgilinin kollarında boğulmak evli çiftler için sık görülen bir ölüm şekli değil," Elena'nın yaptığı surat ifadesini fark ettiği anda yanlış bir şeyler söylediğini anladı. Elena, ağzının köşelerini yukarı kaldırmış, bir kaşını diğerinden daha yukarıda olan ve... gözlerinde onu her zaman korkutmayı başaran o ifadeyle ona bakıyordu. Gözleri en kötüsüydü, her şeyi bilen ve uğursuz bir bakışı vardı, Merlin bu bakıştan hiç hoşlanmıyordu.

Elena bir şey daha söylemek istiyordu, sanki harika bir derse hazırlanıyormuş gibiydi, nefes alışından belliydi ki koruyucu bir melek düşüncelerini yarıda kesti ve yanında lezzetli bir yemek kokusu getirdi.

"Selam gençler, geç kaldığım için özür dilerim, restoran gerçekten çok doluydu," Merlin başını yiyecek vaadine doğru çevirdi, gözleri battaniyenin kenarında duran, elindeki kutuları yere koyan ve her zamanki gibi güneş kadar parlak gülümseyen Gwen'e kilitlendi.

"Gwen!" Bir kez daha belinin etrafındaki kaleden çıkmaya çalıştı ama tekrar başarısız oldu. "Aman tanrım, Arthur, lütfen izin veriri misin-" Merlin geriye yaslandı, kolları kavga ve sıkışmadan dolayı ağrıyordu. Belki yarın Gaius'un kliniğinde yardım etmek istiyorsa vazgeçmek o kadar da kötü bir fikir olmayabilirdi. "Lütfen beni bir daha onlarla yalnız bırakma," diye yalvardı Merlin ve ardından kaşlarını çattı, çünkü Gwen eğilip yanlarına oturduğunda Elena'ya güldüğünde gülümsemesi daha da genişledi.

"Merak etme bu sadece bir kerelik bir şeydi," ardından eğildi, Arthur'un dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktı, Elena'ya dönüp onu selamlamadan önce sessizce, "Hey," diye fısıldadı.

Merlin kaşlarını çatmaması gerektiğini biliyordu ve aynı zamanda midesinde guruldayan inatçı kıskançlığın var olmaya hakkı olmadığını biliyordu ama o yine de oradaydı ve Merlin bunun Arthur'un vücudunun yakınlığından gelen sıcaklığa rağmen hissediyordu. Arthur'un kolları ona dolandığında ve çenesi omzuna dayandığında ya da nefesi Merlin'in yanağını gıdıkladığında kıskanç olmamalıydı. Arthur'un Merlin'in kalbine bu kadar yaklaşıp onu asla kabul etmemesi adil değildi. Arthur'un, Merlin'in midesindeki tüm bu kelebekleri uçurup, duygu girdabıyla başını döndürüp bu konuda hiçbir şey yapmaması adil değildi.

En azından lazanyasının tadı gerçek anlamda cennet gibiydi. 

destiny and chicken broth  /Merthur Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin