11. Bölümden Alıntı

426 31 38
                                    

Buraya yazabileceğim pek bir şey yok. Sadece Nehir'e alakalı biraz daha derinlere iniyoruz ve geçmişteki sırlara biraz daha yaklaşıyoruz sizinle. Bu alıntıda bir şeyleri daha iyi anlayacağınıza eminim.

Keyifli okumalar!

(10 yıl önce)

Küçük Nehir annesinin dün geceden beri neden ağladığını asla anlamıyordu. Aslında anlamadığı tek şey o değildi.

Babası dün gece dışarıdan geldikten sonra annesiyle kavga etmişti ve mutfaktan aldığı bıçağı Nehir'in boğazına dayamıştı. 

Onunla portakal veya elma dilimlediğini hatırlıyordu Nehir. Birkaç kere annesinin yemek yapmak için o bıçağı kullandığına da şahit olmuştu. Peki babası neden bıçağı boğazına dayamıştı? Onu portakal mı zannetmişti acaba? 

Bir kere annesine 'onu içtiğim zaman zihnim bulanıyor, gözlerim kararıyor' dediğini duymuştu. Neyden bahsettiğini bilmiyordu ama acaba dediği gibi yine gözleri mi kararmıştı? O halde Nehir'i görmemiş ve bu yüzden onu elma veya portakal zannetmiş olabilirdi?

Zil çaldığında 'ben açarım' diyerek kapıya koştu. Saat sabahın erken saatleriydi ve bu saatte onlara kimse gelmezdi.

Nehir merakla kapıyı açtığında karşısında her zaman hayran olduğu polis amcaları vardı. Annesi polislerin iyilerin yanında, kötülerin karşısında olduğunu söylemişti. Kötüleri alıp daha fazla kötülük yapmasına engel olmaktı görevleri.

"Hoş geldiniz." diyerek neşeli bir gülücük gönderdi Nehir polislerin sert surat ifadelerine karşılık olarak. Annesi de kapıya geldiğinde polislerden birisi ona bakarak sordu.

"Vedat Ersoy evde mi?"

"E-evde." dedi annesi. Korkmuş gibiydi. Babası sesleri duyup geldiğinde kaşlarını çattı ve annesine ne olduğunu soran bir mimik fırlattı.

"Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor." dedi polis babasına. Karakol? Nehir'in zihninde bu kelimenin pek bir tanımı yoktu. Sessizce izlemeye devam etti.

"Gelmiyorum kardeşim. İyi günler." Babası kapıyı kapatıyordu ki polislerden biri eliyle kapıyı tutarak buna engel oldu.

"Bize zorluk çıkarmayın beyefendi." Babası da korkmuş gibiydi. Onun babası hiçbir şeyden korkmazdı ki...

En arkadaki polis babasına kelepçe takarken diğeri Nehir'in hizasına eğildi ve gülümseyerek sordu.

"İsmin ne ufaklık?"

"Ben ufaklık değilim." dedi Nehir adamın omzunun üzerinden babasını görmeye çalışarak.

Babasının onlarla gitmesi gerektiğini söylemişlerdi. İyi de polisler sadece kötü adamları yakalamaz mıydı? Babası kötü değildi ki.

"Peki genç kız. Adın ne?" Nedense ona genç kız denmesi Nehir'in hoşuna gitmişti. Kimse büyüdüğünü kabullenmiyordu çünkü. Ama bu adam büyük olduğunu fark etmişti sonunda.

"Nehir. Büyük akarsu anlamına geliyor. Senin adın ne?"

"Umut. Bir şeyin olacağına duyulan güven anlamına geliyor." 

"O ne demek ki? Babamı nereye götürüyorsunuz?" derken tekrardan babasını görmeye çalıştı ama adamın koca omuzları buna engel oluyordu.

"Babanın geri geleceğine inanıyor musun?" diye sordu polis. Nehir başını salladı.

"İşte umut bu demek." Ardından bir eliyle Nehir'in omzunu tutarak konuştu. Ona hayatının en büyük tavsiyesini verdiğinin farkında değildi.

"Umut etmekten asla vazgeçme ufa- genç kız."

...

Bu sahne nedense içime çok sindi yani Nehir'in duygularını tam olarak yansıtabildiğimi düşünüyorum. Üstelik artık Nehir'in babasının tutulandığı gün neler yaşandığını okumuş olduk.

Nehir'in babası hakkında neler düşünüyorsunuz? Bir sonraki bölüme geçmeden önce bunu söylemenizi istiyorum.

Bu bölüm size neler hissettirdi? Şimdi Nehir'in neden unutması gerektiğini daha iyi anladınız mı?

Nehir'in bıçak sahnesine bir çocuk gözüyle bakması yazarken beni bile çok yaraladı. Ona karşı içimde büyük bir merhamet belirdi. Ah benim yaralı kızım. Seni çok seviyorum.

Sizi de çok seviyorum. Sonraki bölümde görüşmek üzere:)

Kayıp Yolların MektuplarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin