Güneş, her yeni günde; kimseye darılmadan, kimseye gücenmeden nasıl oluyor da böyle parlak doğuyordu?
Hayat, kimseye gram acımadan, tereddüt dahi etmeden nasıl böyle acımasız bir hızla akmaya devam ediyordu?
Bazen şaşırıyorum, kendime de, hayatta da. İnsanı yaşatmayan hislerin, zamana nasıl yenildiğini gördüğümde; hiçbir şey için fazla üzülmemek gerektiğini anlıyorum ama yeterince uygulayamıyorum sanırım.
Zaman, hisselerin katiliydi ama sanırım ben; içimdekiler ölmesin diye zamanın içinde savaşıp duruyordum.
Bu gün çok güzel bir gün. En azından ilk uyandığımda güzel bir gündü.
Sabahın erken saatlerinde uyanmış ve gökyüzünün safir bir taş gibi parıldaması içimde tatlı bir mutluluğa sebebiyet vermişti. İlkbahara girmiştik ve diğer mevsimler hiç alınmasın ama en güzel mevsimin ilkbahar olduğuna karar vermiştim, karar mercihi bennmişim gibi. Ne soğuk ne sıcak; hafif bir esinti ve tatlı bir koku. Sanki çok özlediğin birine sarılmak gibi, insanın içine tatlı bir his aşılıyordu, ilkbahar sabahları. Öyle güzel bir gündü ki, Elif uyanmış mı diye hiç düşünmeden sabahın erken bir saatinde onu aramış ve bu günün planını ona anlatmıştım. Bütün gün Elif’le gezmek, kıyafet almak, kitapçı ve takıcı takıcı gezmek istiyorum. Ve bunun için de paraya ihtiyacım vardı.
Bu yüzdendir ki annemin yıllardır söylediği ‘bir gün de uyandığımda şu kahvaltı hazır olsun. Ölürsem İçimde kalır,’ dileğini gerçekleştirdim. Biraz da göz boyamak içindi tabi. Aslında çoğu zaman ona işler konusunda yardımcı oluyorum ama her annede olduğu gibi geçmişi tek bir yanlışımda silip, başlıyordu: şunun kızı böyle, bunun kızı böyle diye konuşmaya.
Hayır bir görsem o kızları, bir anlasam ne yaptıklarını, benim de içimde kalmayacak ama şu ana kadar gördüğüm hiçbir kızda annemin o övdüklerini bulamamam da cabasıydı. Hayali kızlar mı görmeye başladı acaba bu kadın. Bu düğün işleri annemin psikolojisini bozmuştu.
Kesinlikle benimle alakasız yoktu.
Neyse, annemin bozuk psikolojisiyle, bu güzel günü harcamaya niyetim yoktu. Derin bir nefes daha aldım güzel havadan. Sabah muhteşem bir kahvaltı yaptıktan sonra -tabi ki ben hazırladım diye muhteşemdi, uzun zamandır gitmek istediğimiz kafeye, Elif ile beraber gitmek için erkenden bütün işleri bitirip, güzel bir şekilde hazırlandıktan sonra Elif’i çağırmıştım. Çağırmıştım çağırmasına ama annemin ve abilikten çok kısa bir süre sonra reddedeceğim sevgili Asaf abim, güzel başlayan günümü bir kabus çevirmeyi başarmıştı. Gerçekten kâbus.
Neymiş efendim, evinin eşyaları gelecekmiş de başında beklemem gerekiyormuş. Merve ablanın işleri de var diye bütün işlere ben bakacakmışım. Beyaz eşyası, koltuk takımı, kıyafetleri bile ben düzenleyecekmişim. Yok böyle bir dünya diye girdiğim tartışmada abim en sonunda ne kadar olsun diye bana rüşvet vermesiyle son bulmuştu.
Kabul mü ettim, tâbi ki. Tabi ki de bütün gün yaptığım işlerin karşılığını para ile alacaktım. Hatta fazla fazla alacaktım. Abim diye indirim yapmayı bırak, bozulan planlarım ve işlerim için ekstra ücret talep etmiştim. Maneviyat önemliydi tabi ama maddiyat benim için bir tık önde yürüyordu. Hele söz konusu abimler olunca. Ayrıca abimden, bir kaç gün sonra bizi güzel bir yere götürme sözü aldıktan sonra Elif’i de yanıma alıp erkenden Asaf abimin evlenince oturacakları eve gelmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CANŞİKAR ( Mahalle kurgusu)
Ficción GeneralSevdiği adamın nişanlanacağını öğrenen Leyla, başka şehirde okumaya karar verir. Ama abisinin düğünü için iki yıl sonra geri döner. Bu geri dönüş, eski defterlerin tekrar açılmasına ve yeni bir defterin ilk sayfalarına mürekkep akıtmaya başlar. Her...