Her defasında böyle oluyordu. Onu her gördüğümde kalbime umut çiçekleri ekiyorum ben. Bana her baktığında, bana ufak bir şey söylediğinde, gülümsediğinde o çiçekler büyüyordu içimde.
Öyle büyüyorlar ki her yanıma dağılıyorlardı. Her şey o oluyordu. Sonra acı bir gerçek vuruyor içime, ölüyor içimdeki bütün çiçekler; ben de büyük bir yasa sürükleniyorum işte o zaman. Kendi kendimi zehirlemeye başlıyorum.
Her veda bir acıydı. Değsin veya değmesin veda edilene, asıl veda içindeki ölümeydi. Ölen umutlara, ölen aşklara. Ama sadece bir kere ölmüyor işte umut, binlerce kez tekrar tekrar büyüyor ve tekrar ölüyor. Her öldüğünde bir daha dirilmez zannediyor insan.
İlk duyduğum anda bitti sanmıştım, ona olan bütün hislerim öldü sanmıştım. Bir daha asla yüzüne bakmaz, onu sevmezdim. Teoride her şey kusursuzdu. Teoride onu, onları görünce kalbine bıçak saplanmıyordu. Teoride bitti dediğinde bitiyor zannediyorsun ama hayat, acılardan beslenen bir yaşamdı.
Hiçbir acı bitmiyordu ama alışıyordu sanırım insan. Alışmak zorundaydı ya da çünkü yaşamak buydu. Dizlerin kırılsa bile zaman akmaya devam ediyordu. Ve sen düştün diye kimse durmuyordu.
Her şey gibi.
Annemin aşağıdan bana seslenmesini duyana kadar öylece boşluğu izledim. Ağlamadım bu kez ama öyle yorgundum ki... Sanki ağır bir hastalığa yakalanmış gibi. Tek devası ise, zamandı.
Başta duymazlıktan gelmek istedim ama ben aşağı inene kadar bana bağıracağını bildiğim için istemeye istemeye aşağı indim.
Aşağı indiğimde sesini takip ederek onu mutfakta buldum. “Ne yapıyorsun?” diye sorduğumda yüzünü bana çevirdi.
“Akşam yemeği yapıyorum kızım, sen de bana yardım et, yorgunum,” Dediğinde malzemeleri çıkarmayan başladım ama “sen neden beni bırakıp eve geldin ki? Elif arkadaşı falan dedi ama anlamadım.” Diye sorduğunda; kızın hak etmediği adamı, hala kendine istiyor ama o başkasının oldu diyemedim. Desem anlar mıydı bilmiyorum ama benim dilim ona varmıyordu artık.
Sadece “Bir kaç not istedi de Aleyna, onları yollamak için bilgisayara ihtiyacım vardı.” Dediğimde gözleri sorgulayıcı bir şekilde üzerimde gezinse de bir şey söylemeden işine, ben de akşam yemeğine döndüm.
Her şey hazır olduğunda da yalnız kalmamak için annemle salonda, televizyon izliyorduk. Yalnızlık iyi gelmiyordu bana. Müge Anlı’yı izleyince de insan haline de şükretmiyor değil yani. Akşam olduğunda ise kapının çalmasıyla kimin geldiğini bildiğimden koşa koşa açmaya gittim. Babam kapıyı uzun zaman sonra benim açtığımı görünce, bütün acılara merhem olan bir gülüşle bana baktı.
“Özlemişim kızımın kapıyı açmasını.” Dedi şakağımdan içli bir şekilde öperken. “Ben de özlemişim babama kapıyı açmayı,” dediğimde arkadan fark etmediğim Emir abim, “bizi özlemedin herhalde” dedi yanağımı iki parmağının arasında sıkarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CANŞİKAR ( Mahalle kurgusu)
Genel KurguSevdiği adamın nişanlanacağını öğrenen Leyla, başka şehirde okumaya karar verir. Ama abisinin düğünü için iki yıl sonra geri döner. Bu geri dönüş, eski defterlerin tekrar açılmasına ve yeni bir defterin ilk sayfalarına mürekkep akıtmaya başlar. Her...