Gökyüzünü bir perde gibi kapatan yağmur bulutları günlerdir olduğu gibi yine yerini koruyordu. Sonbaharın kasvetli havası şehrin üstüne çökmüştü. Yağmak için sabırsızlanan yağmur pek çok kişiyi telaşlandırıyor ve bir an önce kapalı bir yer bulma isteği uyandırıyordu.
Bir kişi dışında.
Bugün yağmur yağabilir, kar yağabilir ya da fırtına çıkabilirdi. Feza için havanın nasıl olduğu hiç önemli değildi. Yapması gereken bir şey vardı ve mutlaka yapacaktı.
Siyah deri ceketini üstüne geçirip evinden çıktığında derin bir nefes aldı. Bugün oksijen ciğerlerine yetmiyordu. Ne kadar derin nefes alırsa alsın boğuluyormuş gibi hissediyordu. Bu histen kurtulmasına az kalmıştı.
Omuzlarını dikleştirerek motoruna doğru yürüdü. Motoru bu hayatta değer verdiği nadir şeylerden biriydi. Zaten değer verdiği kaç şey vardı ki? Motor onun tutkusuydu. Bir süredir de tutunduğu dalı hâline gelmişti.
Kaskını başına geçirip motora bindi. Zaman kaybetmeden motoru çalıştırdı. Vücuduna çarpan rüzgarın hızı sürekli artıyordu. Çünkü Feza motoru sürekli hızlandırıyordu. O yavaş sürmezdi, bundan nefret ederdi. Sebebi ise mümkün olsa geçmişinden sileceği ama mümkün olmadığı için sürekli zihninde dolaşan o gündü.
Hız göstergesi gittikçe artarken Feza usta bir şekilde motoru kullanıyordu. Kestirmelerden uzak durup uzun yolları tercih ediyordu. Gittiği yer, gitmekten nefret ettiği bir yerdi. Mezarlık...
Yollar uzun da olsa önünde sonunda bitiyordu. Feza böyle hızlı sürerken daha da çabuk bitiyordu.
Motorunu park edip indi. Kaskını çıkardığında gözleri buraya gelme sebebini çoktan bulmuştu. Sadece birkaç adım uzağında... O adımları atarken üstünde tonlarca ağırlıkta yük hissediyordu. Hüznün ağırlığı mıydı bu yoksa duyduğu utançtan mı bilmiyordu. Sorgulamadı. Sadece yürüdü, zorlukla kapattı aradaki mesafeyi.
Şimdi karşısında üç mezar vardı. Gözleri mezar taşlarında gezindi. Bedeni hareket yeteneğini kaybetti, olduğu yerde durdu. Ne konuşabildi ne de hareket edebildi. Uzun uzun baktı karşısında yazan isimlere. Hiç unutmadığı anlar yine bir bir gözünün önüne geldi. Konuşmasa bile içinden yine yeminler ediyordu. Buraya her geldiğinde yaptığı gibi.
Bakışları bulanıklaştığında başını gökyüzüne çevirdi. Hızlıca kendini toparladı çünkü olması gereken bu değildi. Üzülen taraf kendisi olmayacaktı. Artık olmayacaktı.
Dakikalarca dikildi o mezarların karşısında. Dua etti. Orada durdukça ruhunun daraldığını hissediyordu. Gitmeden önce geldiğinden beri defalarca düşündüğü cümleleri bir kez daha içinden geçirdi.
Sadece üç yüz altmış beş gün kaldı. Sadece bir yıl daha sabredeceğim.
Feza duygularının altında eziliyordu. İnsan kilolarca yük taşıyabiliyordu ama bir duygunun hissettirdikleri yüzünden paramparça oluyordu.
Ayaklarını güç bela hareket ettirerek arkasını döndü. Birkaç adım atıp bakışlarını yerden kaldırdı. Gözlerinin adresi ilerdeki ağaçların arasından kendi kendine konuşarak yürüyen bir kadın oldu. Hızlı hızlı yürürken omzunun üstünden saçlarını geriye savurduğunda kulağında gördüğü bluetooth kulaklıkla onun kendi kendine konuşmadığını anladı Feza. Boynuna sardığı kalın atkı ve giydiği mont hava şartlarına göre biraz fazlaydı. Feza kadının üstünde fazlaca oyalanan bakışlarını çekecekken kadının gözleri de ona döndü.
Uzaktan bile masmavi bakıyordu kadın, okyanus gibi. Göz temasları kısa sürdü çünkü kadın bakışlarını çekip kulağındaki kulaklığın düğmesine bastı ve koşmaya başladı. Yağmur hızlanmıştı belki bu yüzdendi, belki de yetişmesi gereken bir yer vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİAT
Teen Fiction"Eğer bir gün seçim yapmak zorunda kalırsan,"deyip duraksadım. Bakışları bir an bile bana kaymadı. Zorlukla yutkundum. Gözlerimi kaçırıp tıpkı onun gibi bakışlarımı karşımda uzanan denize çevirdim. "Bu intikamdan vazgeçer misin?" Titreyen sesimle so...