2.BÖLÜM

48 11 0
                                    

Damarlarımdan bütün hücrelerime yayılan öfke bedenimi hakimiyeti altına almıştı, acıyla harmanlanıp bir sarmaşık gibi sarmıştı ruhumu. Titreyen kirpik uçlarım acıya yenik düşmek için çırpınıyordu. Buğulu bakışlarımı odanın tavanına çevirerek bu çırpınışa karşı direndim. Telefonumdan gelen ses kulaklarıma bir uğultu gibi ulaşıyordu. Derin bir nefes alıp bakışlarımı tavandan çektim. Artık önümü daha net görebiliyordum.

On dokuz kez aramasından sonra bu yirminci arayışıydı. Bir süredir telefon çalıyordu ama ben hazır hissetmediğim için açmıyordum. Fakat bu kadar ısrarla aramasının önemli bir sebebi olabilirdi. Boğazımı temizleyip aramayı cevapladım. Konuşmak için dudaklarımı araladığım anda o benden hızlı davrandı ve öfkeli sesi kulaklarıma ulaştı. "Umarım gerçekten dumanla haberleşmemiz gerekmez?!"

Sesinde buram buram isyan vardı. İstemsizce gözlerimi devirdim. Onu tanıdığım andan itibaren hakkında düşündüğüm tek şey çok kaba oluşuydu.

Bu sözleri beklemediğimden kısa bir an şaşkınlıkla susmuştum. Kendimi toparlayıp "Haberleşmede eski yöntemlere çok ilgilisin sanırım. Oysa mesaj da gönderebilirdin, senin bundan haberin var mı bilmiyorum ama öyle bir teknoloji var,"dedim imayla. "Yirmi defa aramak yerine derdini mesaj olarak yazsaydın gördüğümde dönerdim sana."

"Mesaj yazmaktan hoşlanmam,"dedi net bir tavırla. Sesi buz gibiydi. Derin bir nefes aldığını hissettim. "Katılacağımız davet yarın akşam, bir aksilik çıkmayacağından emin olmak istiyorum."

Kaşlarım hafif bir şaşkınlıkla havalanırken "Bunun için mi yirmi kez aradın?"diye sordum. İnsan o kadar aramayı görünce önemli bir şey oldu sanıyordu.

"Benim için önemli,"dediğinde kaşlarımı çattım. Bu davete neden bu kadar önem veriyordu? Hiç sorgulamadan katılmayı kabul etmiştim ama ne kadar doğru yapmıştım bilmiyordum.

"Benden kaynaklı bir aksilik çıkmaz,"dedim. İçimden umarım diye eklemeyi unutmamıştım. Ne zaman ne olacağı hiç belli olmuyordu. Ben aksilik yaratmasam bile aksiliklerin beni bulduğu çok oluyordu.

"İyi, yarın ararım." Cümlesini bitirir bitirmez arama sonlandı. Suratıma kapanan telefonla birkaç saniye bakıştık. "Hah!"diye bir nida döküldü dudaklarımdan. "Kaba herif!" Tepemde olan sinirim daha da artınca derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Vural abi rica etmeseydi eğer bu kaba adamla uğraşmazdım! Ama onun hatırına katlanacaktım.

Telefonumu komodinin üstüne bırakıp ayağa kalktım. Pencerenin önüne geçip bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Sayısız yıldız gökyüzüne bir çarşaf gibi serilmişti. Dolunay yıldızların arasında bütün ihtişamıyla duruyordu. Camı açıp başımı biraz dışarıya çıkardım. Soğuktu, hafif esen rüzgar yüzüme çarparken gözlerimi kapattım. Geçmişimden bir kesit canlandı gözlerimin önünde.

Genç kadın koltuğun kenarına büzülüp oturmuş kızına dikkatle baktı. Kreşten döndüğünden beri hiç gülümsememişti, bir sorunu olmalıydı. Her gün kreş dönüşünde bıcır bıcır konuşurdu ama bugün tek kelime bile etmemişti.

Açık olan televizyonda bir çizgi film vardı. Annesi televizyonu kapattığında bile dikkatini çekememişti kızının. En sonunda ayağa kalkıp kızına yaklaştı. Koltuğun yanında dizlerini kırıp yere oturdu. Kızının saçlarını okşamaya başladı. Biliyordu, kızı saçlarının okşanmasına bayılırdı. "Cemre'm, güzel bebeğim benim. Okulun nasıl geçti bugün? Hiçbir şey anlatmadın bana."

Cemre, dipleri ıslanmış kirpiklerinin altından annesine masum bir bakış attı. "Güzel geçti anneciğim,"dedi kısık çıkan sesiyle. Oysa güzel geçmemişti ama bunu annesine anlatıp onu da üzmek istemiyordu. Arkadaşlarının sözleri kırmıştı kalbini küçük kızın.

MİATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin